Taraftarlık olgusunun her toplumda farklı anlamları olduğunu söylesek yanlış olmaz. Örneğin Avrupa ile Amerika arasındaki taraftarlık algısı gibi. Belki de meşhur Detroit – Indiana kavgası Avrupa’da olsa Indiana taraftarı takımının arkasında durup tam destek devam ederlerdi. Ancak Amerika’da spor aslında eğlence olarak görülen bir olay. Bu durum, Indiana taraftarının uzun yıllar Bankers Life’ı doldurmamasına sebep oldu. NBA tarihinin en büyük kavgasından söz ediyorum burada. Meşhur “Malice At the Palace”. Bu kavga en büyük kavga olmakla kalmadı, o sezon şampiyonluğun en büyük 2-3 adayından birisi olan Pacers’i tamamen normal sezon takımına çevirdi.
ABD’de Siyahilere Yaklaşımdan Bir Parça İz
Kavgayı izlediğinizde tamamen zincirleme hatalar silsilesi olduğunu anlıyorsunuz. Fakat olayın içinde Metta Sandiford Artest varsa orda hata aramanız pek mantıklı olmayacaktır. Üstüne bir de Stephen Jackson ve Jermaine O’neal’dan bahsediyorum! 15 sayı farkla öndeyken maçın bitimine 45 saniye kala o sert faul yapılmasaydı, Ben Wallace o tepkiyi vermeseydi, Artest hakem masasının üstüne yatmasaydı, taraftar alkollü içecek atmasaydı diye diye gider bu. David Stern’in, NBA’i çok sert yönetmesinin kırılma anlarından birisidir bu olay. Verilen cezalarla ilgili “Kararlar oy birliği ile mi alındı?” sorusuna, “Evet, 1’e karşı 0” cevabını verecek kadar da netti. Kimse çalışanının müşterilerine saldırmasını istemez özellikle markanız bu kadar büyüme aşamasındayken.
Şanslılar ve Şanssızlar
John Green isminde birisi sırf kendi içindeki duygularını veya nefretini bastıramadığı için bir alkol şişesi atıyor ve tüm olaylar tam bu noktadan sonra başlıyor. Geriye kalan taraftarlar için “sürü psikolojisi” mi demeli bilinmez ama aynı zamanda pişman mısın sorusuna “Hayır, keşke daha erken ayağımı çıkarıp çelme takabilseydim” diyecek kadar da pişkin kendisi. Aslında taraftar olgusunun kültürlerde farklılık gösterdiğini söylesek de dünyanın her yerinde “taraftarlık” adı altına sığınan kendini bilmeyen kişiler var. Bu rekabetten doğan durumun aslında insanlar üzerinde takımlarını desteklemeleri ve alınan sonuçlardan dolayı üzüntü yaratması dünyanın her yerinde var. Ancak bu rekabetin getirdiği ateşle birlikte kaybetmiş olmanın verdiği duygu durumunun nefrete ve şiddete dönüşmüş hali desek ancak bu kadar anlatabiliriz belki de Malice at the Palace gerçeğini.
Bu olay sonrası kavgaya karışan taraftarlar ömür boyu NBA maçlarından men edildi. Sadece men edilmekle kalmadılar, aynı zamanda federal mahkemelerde yargılandılar. Metta Sandiford Artest sezonun geri kalanında, Stephen Jackson 30 maç ve Jermaine O’neal ise 15 maç ceza aldı. Bu olayın belki de en büyük şanssızı veya şanslısı Jermaine O’neal oldu. Kariyerini oynadığı dönemin en iyi uzunlarından biri olarak tanımlayabilme fırsatı varken geriye kalan yıllarda bu olayla hatırlandı. Şanslı olduğu kısım ise o attığı yumruğun ıska geçmesiydi. Aksi halde bu olayla hatırlanmasından ziyade yıllarını hapishanede geçirmiş olarak anılabilirdi. Bir diğeri ise şüphesiz Reggie Miller. Kariyerinde hep kovaladığı o şampiyonluk yüzüğüne en yakın olduğu sezondu. Ancak bu kavganın sonucu; geminin dümeninin çok başka yerlere sapması, muhteşem kariyerin üstüne çok güzel bir süs olacakken buruk bir emekliliğe bıraktı yerini.