Münih’in 55 kilometre batısında ve Augsburg’un 38 kilometre güneyinde bir şehre kısaca uğramayı düşünüyoruz. Adını Lech ırmağından alan bu şehir orijinal ve bozulmamış mimarisi ile Bavyera’nın en çok güneş alan kentlerinden birisi olma özelliğini taşıyor. Şehrin ismi Landsberg am Lech. Bavyera eyaletinde bulunan bu küçük şehir aslında dış turizm için Almanya’nın velinimetlerinden birisi olarak gözümüze çarpıyor. Şehrin içi neredeyse hiç bozulmamış ve orta çağın o klasik mimarisinin izlerinin tamamını bize yansıtıyor. Turistler bu yüzden bu küçük şehri ziyaret etmeden eyaletten pek ayrılmamayı tercih ediyorlar.
Bugün ise açılışta tarzımızın biraz dışına çıkmış olsakda burada bir turizm kentini değil, kentin bizim gönül verdiğimiz bir spora armağan ettiği büyük bir spor adamını yazmak için toplandık. Kendisi epeyce bilinen bir isim: Julian Nagelsmann…
Değişen Bir Hayat
Julian’ın hayatı gerçekten büyük inişler, çıkışlar ve enteresan ironiler ile dolu. Küçük yaşlarda başladığı futbol, futboldan uzak kaldığı dönemler, farklı kariyer planlarını hemen devreye sokması ve bu konudaki üstün başarısıyla takdiri hak eden, hayatın bize yaşattığı olumsuzluklar ile mücadele edilmesi gerektiğini gösteren ilham verici bir hikayeye sahip. Hikayenin en başında Alman antrenör kariyerine FC Augburg takımında bir savunmacı olarak başladı. Gelecek vaat eden bir oyuncu olarak göze çarpan Julian Nagelsmann kısa bir süre sonra 1860 Münih rezerv takımına transfer oldu. Julian için futbol birçok açıdan kazanma ve kaybetmenin tam ortasındaydı. Henüz futbol kariyerinin çok başında yaşadığı ağır sakatlık neticesinde yeşil sahaların dışına çıkmış olan bu genç adam, işin teorik kısmında daha iyi olduğunu da bu sayede keşfetmeye başlamıştı. Futbol tarihi, yüzeysel okunmasa da bunun gibi birden fazla ironiyi biz futbolu sevenlere göstermekle meşhurdur aslında. Rezerv liglerde 21 yaşında dizinden yaşadığı üst üste sakatlıklar onu kariyerinin hemen başında yıpratmasa belki de teori kısmında bu kadar iyi olduğunu görmek için yıllarca beklememize neden olabilirdi.
Emin Adımlarla
Spor bilimleri üniversitesinde eğitimini tamamlayan Julian’a kucak açan kulüp ise altyapısından yetiştiği FC Augsburg takımı olacaktı. Scout olarak burada göreve başlayan Julian Nagelsmann futboldan uzak kalmamış tam aksine işin artık belki de en zor kısmında, yani eğitiminde görev alacaktı. Eğitim kısmına geçmek içinde pek beklemedi. Bu noktada ise yine kendisi gibi futbolculuk dönemlerinde diz sakatlıklarından muzdarip olan başka bir Alman antrenör Thomas Tuchel devreye giriyordu. Thomas ondaki pratik yeteneği keşfetmiş ve ona sık sık antrenör olması gerektiğini söylemekteydi. Julian ise bu konuda hiç bir fikri olmadığını düşünüyordu. FC Augsburg, 17 yaş altı takımın başına antrenör olarak getirildiği ona beyan etti. 6 ay burada görev aldıktan sonra rezerv liginde futbolcu olarak bir süre mücadele ettiği 1860 Münih 17 Yaş Altı takımının başına geçti. Antrenör olarak yetenekleri muazzamdı. Oyunu farklı okuyordu ve dizilişlerle ”neredeyse” işi yok gibiydi. Bu farklı oyun görüşü Hoffenheim teknik patronu Ralf Ragnick’in dikkatini çekti ve bir süre sonra yolu Hoffenheim 17 Yaş Altı takımıyla kesişti. Altyapılarda bir dizi şampiyonluklar kazandı. Bayern Münih’in alt yapı çalışması için yaptığı teklifini “şimdi değil” diyerek elinin tersiyle reddetti ve yaptığı işi yavaş yavaş geliştirmeyi, basamakları birer birer çıkmayı kendisine ana hedef olarak belirledi. Julian için bu teklif o dönemde çok büyük bir iş gibi gözüksede kendisi Bayern’e daha farklı bir görevle geri dönecekti. Hem altyapı günleri artık onun için kapanmak üzereydi. Ufukta çok farklı yolculuklar gözüküyordu.
Zor Görev
Hub Stevens önderliğinde Bundesliga’da zor günler geçiren Hoffenheim düşme hattına demir atmış ve mental olarak çökmenin eşiğine gelmişti. Aslında 1 sene sonrası için planlanmış olan proje, Stevens’ın sağlık sorunları artınca hemen devreye koyuldu ve Julian Nagelsmann kendini birden Hoffenheim’ın teknik direktörlük koltuğunda buldu. İlk demeci ise ”Zor bir görev üstlendiğimi biliyorum. Ligdeki durumumuz işi daha da zorlaştırıyor. Ama, bu beni korkutmuyor. Bu takımla çalışacağım için mutluyum ve takıma ivme kazandıracağımı düşünüyorum” olmuştu.
2015-2016 sezonunun geri kalanında hızlıca toparlanması gerektiğini bildiği için işe ilk olarak taktik değil mental güçlendirmeden başladı ve bu süre zarfında takım için işler birden yoluna girmiş gibi gözüküyordu. Son 9 hafta sadece 1 galibiyet alabilmiş olan takım, kalan 14 haftada 7 galibiyet alarak lige 15’inci sırada tutunmayı başardı. Taraftarın sevgisini kısa sürede yaptığı Klopp vari gol sevinçleriyle kazanıyor, maçı taraftar ile birlikte yaşıyor ve sempati topluyordu. Bundesliga tarihinin en genç teknik patronu neredeyse bir mucizeyi gerçekleştiriyordu. Şimdi ise sıradışı futbol aklını devreye sokması gerekiyordu. Üstüne düşeni yapmakta geri durmayacaktı.
Devrim
2016-2017 sezonuna gelindiğinde Julian Nagelsmann takıma Andrej Kramaric, Lukas Rupp, Kerem Demirbay, Kevin Vogt ve Sandro Wagner gibi kendi oynamak istediği oyun planına uygun oyuncuları transfer ettirdi. Yönetim bu doğrultuda kulübe ve hocanın kendisine cömert davranarak hali hazırda yaz transfer döneminde gayet makul bir bonservis ücreti ödemeyi kabul etti. Hocanın yenilikçi hamleleri ise göz kamaştırıyordu. Antrenör olarak kendisini geliştirmeye çalışırken yeni teknolojiler ve veriler deneme isteğini, aynı zamanda ekibini geliştirmeyi de ihmal etmiyordu. Sezon öncesinde Hoffenheim antrenman tesisine büyük bir dev ekran dikildi. Antrenman seansları sırasında antrenmanı sık sık durduruyor ve oyuncularına pozisyon alma özelliklerini geliştirmeleri için en uygun direktifleri bu şekilde veriyordu. Yüksek yoğunlukta geçen antrenmanların asıl amacı taktiksel disipline bağlı kalmaktı. İşin sırrı herhangi bir dizilişte değil karma pozisyon değişimlerindeymiş gibi gösteriyordu.
Oyuncular hücum ve defans aksiyonlarında anlık geçiş dizilişlerini bu şekilde muazzam seviyeye çıkarıyorlardı. Takımı, topa sahipken hücum eden 3-5-2, savunmak zorunda kaldıklarında ise 3-4-3 veya 5-3-2 şeklinde kurdu. Üç merkezi savunma oyuncusuyla topu her zaman arkadan oynadı. Özellikle Kevin Vogt’a topla oynama ve topa sahip olma sorumluluğu verdi. Orta sahada Eugen Polanski ve bazen de Sebastian Rudy, merkez defans oyuncularını korumakla görevliydi ve bek hücumcuları ilerledikleri zaman Hoffenheim’ın kanatlarına kayarak geçiş ihtimalini ortadan kaldırdı hatta gerektiğinde 3’lünün arasına savunmaya çekildi. Güçlü ve bozulmaz bir oyun planını Nagelsmann bizlere sunuyordu. Sandro Wagner ve Andrej Kramaric’in çift haneleri gördüğü sezonu sonunda; Bayern, Leipzig ve Dortmund’un arkasında Hoffenheim sezonu 4’üncü sırada bitiriyor ve Julian Nagelsmann ile onun karma pozisyon oyunu büyük takdir topluyordu. Bu genç adam futbolda yeni bir devrim mi yapıyordu?
Doğru Sistem, Doğru Oyuncu Topluluğu
Bu sorunun cevabını vermeden hemen önce 2017/18 sezonuna göz atmakta fayda var diye düşünüyorum. Hocanın taktiksel pozisyon değişkenliğini üst düzey örnek olarak gösterdiği sezon boyunca onu ve oyununu takip etmek bizim için de çok ayrı bir zevkti. Sezon öncesinde ise hala geliştirilen bu oyuna özel oyuncular eklemeyi ihmal etmiyordu. Transfer sezonunu yine hareketli geçiren Hoffenheim takıma; Serge Gnabry, Havard Nordtveit, Florian Grillitsch, Nico Schulz ve Felix Passlack gibi önemli oyuncuları katıyordu. Bir sezon önce ise hocanın pozisyon sisteminde parlattığı Sandro Wagner ve Niklas Süle için Alman futbolunun patronu Bayern Münih, toplamda 33 Milyon euro gibi bir para ödüyordu. Bu noktada ise en önemli kayıp sözleşmesi biten ve akabinde Bayern’e imza atan Sebastian Rudy oluyordu. Ancak, bu gözüktüğü kadar büyük bir kayıp mıydı?
Sevgili okuyan eğer güçlü bir oyun sisteminiz var ise ve bu oyun sistemi süreklilik ile güçlendirilirse, oynamak istediğiniz oyuna etki ve katkı verecek oyuncuları önceden datalarınızda belirlediyseniz kayıplar sizin takımıza diğerleri kadar etki etmeyecek, aksine yeni gelen oyuncularda bu sistem içinde parlayacak ve hali hazırda sürdürülebilir bir projeniz olacaktır. Bu doğrultuda Rudy yerine getirilen Florian Grillitsch için birkaç söz söylememiz uygun olacaktır. 3’lü defans kombinasyonun hemen önünde oynanan rolün ideal bir tercihi olan Florian hocanın kafasında ikinci oyuncu kurucusu olarak ön plana çıkıyordu. Takım hücum ederken görevi, eksilen bek alanını doldurmak olan Florian bu doğrultuda geçiş yemeye karşı bir sigorta görevi görüyordu. Üstün pozisyon bilgisiyle de takım savunma yaparken alan paylaşımında Mark Uth ve Kerem Demirbay gibi daha ofansif görev alan oyuncuları doğru alanlarda tutarak kalabalık ve kontra press uygulatan bir saha içi lider pozisyonuna dönüşüyordu. Oyun planında oyunculara doğru rolü vermek o planın işlemesi için olmazsa olmaz bir kuraldır. Hocanın pozisyon oyununda oynayan bütün oyunculara ekstra bir görev verilmemiş sadece doğru görev verilmiştir. Doğru rolde kullanılması oyuncunun saha içinde kendisini daha iyi ve özgür hissetmesine böylelikle saha içinde güçlü bir mentalite ile karakter koyabilmesine neden olur.
Julian Nagelsmann bu durumu: ”Antrenörlüğün yüzde otuzu taktik, yüzde yetmişi sosyal yeterliliktir, her oyuncu farklı şeyler tarafından motive edilir ve bu şekilde ele alınması gerekir. Eğer psikolojik durum doğruysa, iyi bir taktik düzende iyi oynamanızı sağlayacaktır” şeklinde özetlemiştir.
2017/2018 sezonunda Julian bir önceki sezonda yaptığını tekrardan yapmayı başarmış ve sezonu Bayern ile Schalke’nin arkasında 3’üncü sırada bitirerek Şampiyonlar Ligi vizesini cebine koymuştu. Sezon boyunca oynadıkları futbol kimilerine göre karmaşa kimilerine göre ise dahilikle açıklanıyordu. Mark Uth, Andrej Kramaric ve Serge Gnabry gibi oyuncular çift haneli skorlara ulaşmış, Kerem Demirbay, Pavel Kaderabek ve Nico Schulz gibi isimler ise sezon boyunca gösterdikleri performans ile ivmelerini çok yukarıya çıkarmışlardı. Julian ve onun kurguladığı pozisyon oyunu neredeyse her mevkideki oyuncunun performansını yukarı çekmeyi başarıyordu.
Yetenek Cenneti
2018/2019 sezonu Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden Julian ve takımı ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde istenilen başarıyı yakalayamıyordu. Zaten sezonun başında Julian için prestijli spor kuruluşları sürekli Real Madrid ve Bayer Münih haberlerini servis etmeye başlamıştı. Evet, herkes Julian’ın Hoffenheim için yapabileceğinin en iyisini yaptığını biliyordu. Artık, yeni adresi tartışmaya başlanmıştı. Bir dizi inişli çıkışlı performansların sonunda Julian Nagelsmann sezon sonunda Hoffenheim’dan ayrılıyor ama adres olarak herhangi bir devi seçmiyordu. Devler yerine Bundesliga’nın wonderkid cenneti olan Redbull Leipzig ile sözleşme imzalıyordu. Basamakları teker teker çıkma operasyonu Julian için halen geçerliydi. Hem bu noktada halihazırda bildiği bir ligde tanıdığı bir takımı çalıştırmak çok daha gerçekci gözüküyordu. Leipzig, gerçekten transfere para harcayan ama harcarken belirli kriterlere dikkat eden bir takım silüeti seriyordu önümüze. 23 yaşından büyük oyuncu transfer etmemek gibi… Redbull Leipzig, Nagelsmann’a güçlü bir press oyunu oynatması, pozisyon oyununu teoride çok iyi bilmesi ve pratikte çok iyi uygulaması, Genç oyuncular ile olan önemli eğitici ilişkisi ve her sezon birkaç oyuncuyu parlatabilmesi gibi nedenler ile yatırım yapmıştı.
Julian’ın zaten güçlü bir oyun planı vardı ve elindeki kadroya yapacağı bir kaç takviye ile de bunu çok rahat bir şekilde oynayabileceğini biliyordu. İlk işi kanat-bek oynatabileceği bir oyuncu almaktı ve harekete geçerek Angelino’yu Manchester City’den satın alma opsiyonuyla kiraladı. Eski bir scout olan Julian’ın oyuncu datası geniş ve hacmi büyüktü. Artık, harcayacak paraya da sahipti. Bu doğrultuda Dani Olmo ve Ademola Lookman için 37 milyon euro ödedi. Belki de o senenin en önemli kazanımı 13 milyon euroya Paris Saint Germain’den satın aldığı Christopher Nkunku olacaktı. Nkunku bilinen bir wonderkid olmasına karşın oynadığı bölge ve özellikleri bakımından incelendiği zaman Julian ve onun oyunu için neredeyse biçilmiş kaftan sayılabilirdi. Zaten o sene skora 5 Gol ve 15 Asist gibi bir katkı verecek ve bu katkıları sayesinde 28 gole ulaşan Timo Werner yüksek bir bonservis bedeli karşılığında sezon sonunda Chelsea’ye transfer olacaktı.
Deha Mı Deli Mi?
Tahtaya Redbull Leipzig ile alakalı oyun planı çoktan çizilmişti. Kısaca bir göz atmak gerekirse; Leipzig’de hem daha potansiyelli hem de daha iyi bir oyuncu grubuna sahip olan Nagelsmann’ın tercih ettiği pozisyon oyunu çok daha gelişti. Takımın temel yapısı 5-2-3 gibi gözüksede Hoffenheim’dan alışkın olduğumuz 3-5-2 ve 3-4-3 prensibine de benzer oyunlar sergiliyorlardı. Bu taktik esnekliği 90 dakika içerisinde sürekli değişiyor ve gelişiyordu. Orta alanda çok daha nitelikli bir rotasyona sahip olan Nagelsmann, bunu üst seviyede olumlu ve mevcut merkez orta saha seçeneklerini sürekli değiştirerek kullanıyordu. Çok iyi 2 half-space beke sahipti ve onlar hücumdayken merkez orta sahalar bu alanlara geçerek rakibi geçişte kanatlara değil merkeze yönlendiriyorlardı. Burada ise 3’lü savunma çizgisi rakibi boğuyor ve dönen topları rahatlıkla kazanıyordu.
Hücum çeşitlilikleri çok fazlaydı. Solda Angelino, sağda ise Mukiele ile hücum genişliğini sağlıyorlar, Marcel Sabitzer, Dani Olmo, Christopher Nkunku ve diğerlerinin çok yönlülüğü sayesinde ise sonuca çok hızlı bir şekilde ulaşıyorlardı. Rakipler merkez orta sahalarını kalabalık tutup onları merkezden karşılamak zorunda kaldıklarında ise ana felsefe olan pozisyon oyununa uygun saha içi hızlı bir yer değiştirme ile onları kanatlardan gafil avlıyorlardı. Nagelsmann ne zaman yüksek pres yapacağını ve topa sahip futbol oynayacağını biliyor. Sadece iki strateji izliyordu: topu kaybettiğinde yüksek press yapmak ve topa sahip olduğunda doğrudan bir hücum organizasyonu gerçekleştirmek. Bu, oyunculara hücumda çok daha geniş bir akıcılık, savunmada birliktelik ve sağlamlık sağlıyordu.
Bölüm Sonu Canavarı
Nagelsmann ve Redbull Leipzig o sezonu Bundesliga’da 3’üncü tamamlamıştı. Asıl çıkışı ise Şampiyonlar Ligi’nde yapan Julian ve öğrencileri turnuvada yarı final oynamayı başarmış, Totthenham ve Atletico Madrid gibi devleri turnuva dışına itmişti. Yarı finalde ise Paris’e elenen takım taraflı tarafsız herkesin takdir ettiği bir oyuna ve hocaya sahip olmakla övünüyordu. 2020/2021 sezonu Redbull Leipzig ve Nagelsmann’ın son kez birliktelik geçirdiğini bizlere haber verir gibiydi. Hans Flick’in Almanya Milli Takımı ile flört etmesi artık bütün okları onun üzerine çevirmişti. Genel anlamda Leipzig bu sezonda da istikrarlı bir profil çizmiş ve Bundesliga’da 2’ncilik koltuğunda oturmuştu. Şampiyonlar Ligi’nde ise bir önceki sezona oranla hayal kırıklığı yaşıyorlardı. Bunun sebebi ise son 16 turunda turnuvanın favorilerinden birisi olan Liverpool ile oynadıkları maçlardı. İki takımda birbirine benzer futbol oynaması sebebiyle burada devreye oyuncu kaliteleri giriyordu.
Oyununuz ne kadar güçlü olursa olsun, oynattığınız oyunda dağıttınız rollerdeki oyuncularda çok önemlidir. Eğer elinizde Firmino-Mane ve Salah gibi oyuncular varsa doğrudan hücumu çok daha hızlı ve etkili gerçekleştirirsiniz. Beklendiği gibi oldu ve elendiler. Ancak, bu Bayern gibi bir devin pek umurunda gözükmüyordu. Onlar Nagelsmann ve oynattığı oyuna güveniyorlardı. Bir süredir de zaten gözleri onun üzerlerindeydi. Hans Flick’in takımdan ayrılmasından sonra doğrudan kendisine gittiler ve Redbull Leipzig’e onun için 25 milyon euro ödediler. Bir hoca ve onun güçlü oyununu elde etmek için gerekeni yapmışlardı. Julian ve Bayern’in birlikteliğinin halihazırda devam etmesi münasebetiyle orada yaptıkları ve yapacakları hakkında pek bir şey yazmayacağımı bilmenizi isterim. Çünkü, o bambaşka bir yazının konusu olacak…