Site icon Victory Dergi

Nelson Mandela: İmkânsızlığı Tanımayan Lider

“Bilir misiniz ki, her derin düşünce, her özlü söz, insan ruhunun enginlerde yiğitçe özgür kalma çabasıdır, yerin ve göğün en azgın rüzgârları, onu, kölelerin yaşadığı kalleş kıyılara sürüklemek için sinsice elbirliği ederken, ruhun enginlerde özgür kalma çabasıdır.”

Herman Melville bu sözleri ile Moby Dick adlı eserinde özgürlüğü okyanuslarda gördüğü gibi, Nelson Mandela’yı da bu sözlerle özdeşleştirmek yanlış sayılmaz.

1960’lardan modern zamanlara kadar Mandela çok büyük fedakârlıklar çekerken; özgürlük, eşitlik ve demokrasi için inanılmaz mücadeleler de verdi. Hapiste geçen 30 yılın ardından 1994 yılında yapılan seçimler sonucu başa geldiğinde Güney Afrika başka bir isimle anılmaya başladı; ”Özgür Ülke”. Bu öyle muazzam bir durumdu ki sadece devletin kurumlarını değil ülkenin sporunu hatta dünyada sporcuların ve spor severlerin içinde hissettiği bir aydınlanma dönemiydi.

Christopher Nolan’ın gişe rekorları kıran “Dark Knight Rises” filminde Bruce Wayne ve hapishanedeki doktor arasında geçen diyalogta “Masumiyet yer altında çiçek açmaz, yer yüzüne çıkmalıdır” sözüne ithafen masumiyet hiç bir zaman yer altında yeşeremezdi. Ama Mandela’nın toplumları birleştirme ve herkesin eşit olması fikri her zaman içinde canlı kaldı. Harmoniyi her zaman kendinde hissetti ve sporun bu sorunları nasıl çözeceğinin farkında olarak hareket etti. Nelson Mandela, sporun; adaletin ve barışın sağlanması için birleştirici yönü olduğunu keşfetmişti. Kendisi hapishanedeyken, Güney Afrika 1964-1992 arası olimpiyatlardan men edildi. Çeşitli spor organizasyon komiteleri, Güney Afrika’nın uluslararası müsabakalara katılmasını askıya aldı. Bu yıllarda ülkedeki spor organizasyonları, takımlar ve ferdi olarak tüm sporcular bu durumu boykot etti. Mandela bu boykotları son gücüne kadar destekledi. Robben Adası’nda bulunan hapishanede yatarken, mahkûmlar arasında kurulan Makana Futbol Ligi’ne Mandela’dan tam destek geldi. Kendisi hücre hapsinde tutulduğundan dolayı bu ligde oynayamasa da bu faaliyeti Robben Adası’nda özgürlüğün sembolü olarak gördü.

Sporun Gücüyle Yeni Güney Afrika!

1995 yılına geldiğimizde Güney Afrika’nın Johannesburg şehri Rugby Dünya Kupası Finali’ne ev sahipliği yaptı. Rugby kıtada yaygın olarak beyazların oynadığı bir spordu. Mandela, Rugby Dünya Kupası’nı toplumu bölen, ayrıştıran unsurlardan kurtarmak için bir fırsat olarak gördü ve Güney Afrika Springboks takımından François Pienaar’ı makamına davet etti. Yeni ülke vizyonuna sporun da katkısı vardı ve spor ülke için büyük bir öneme sahipti. François Pienaar gibi ülkede yaşayan beyazlar siyahların terörist bölücü olduğuna; siyahiler ise spordan, medyadan, yaşam koşullarından, beyazlardan, milli marş ve Springboks takımından memnun olmadıklarını belirtmekteydiler. Amaç beyaz bir oyuncuyu milli takıma kaptan yapmak, tribünde ise siyahların bu takımı desteklemelerini sağlamaktı. Turnuvanın ilk zamanlarında siyahi Güney Afrikalılar bu adımdan memnun olmasalar da milli takımın tutkuyla oynaması, final yoluna emin adımlarla gidiyor olması sahada oynayan beyaz oyuncularla tribündeki siyah taraftarları bütünleştirmeye yetmişti. Bu bütünleşmede oyuncular ve taraftarlarca söylenen “Nkosi Sikelele Africa” (Tanrı, Afrika’yı kutsasın) tezahüratı da çok etkili oldu. Mandela amacına zekice bir taktikle ulaşmıştı artık. Gelen tepkilerin hiç biri yoktu ve her kesimin de desteğini almayı başarmıştı. Final günü, yani 24 Haziran 1995’te rugby otoritelerine göre Güney Afrika’nın Yeni Zelanda’yı yenme şansı düşüktü. Ancak otoriteler de yanılır. Güney Afrika siyahı ve beyazı kenetlenmiş bir şekilde sahaya çıkarak Yeni Zelanda’yı yenip kupayı kazandı. Başkan kupayı takdim etmek üzere sahaya inerken bütün stadyum “Nel-son! Nel-son!” diye tezahürat yapıyordu. Springboks forması ve şapkası giyen Mandela, kupayı Güney Afrika Rugby Takımı Kaptanı François Pienaar’a verdi. Bu görüntü iki halk arasında iş birliğini gösterdiği gibi, başkan rugby’i ülkeye ilham vermek ve birleştirmek için kullanmıştı.

Bu yaşananlar 2009 yapımı olan, yönetmenliğini Clint Eastwood’un yaptığı, başrollerinde Matt Damon ve Morgan Freeman’ın oynadığı İnvictus (Yenilmez) filminde seyirciye anlatılmıştır.

“Spor, dünyayı değiştirme ve ilham verme gücüne sahiptir. İnsanları pek az şeyin yapacağı şekilde birleştirme gücüne sahip. Gençlerle anladıkları bir dilde konuşuyor. Bir zamanlar sadece umutsuzluğun olduğu yerde, spor umut yaratıyor.’’ Nelson Mandela

2010 FIFA Dünya Kupası’na geldiğimizde Güney Afrika ev sahibi olarak ayrımcılığın, politik sorunların olduğu bir yer değildi artık. Özgür bir ülke olarak anılıyordu. Nelson Mandela ülkesinin ve dünyanın ırkçılıkla mücadelesinde sembol bir isim olmuştu. Dünya Kupası final maçına da katılarak destek verdi. Üstelik sağlık durumu çok iyi olmamasına rağmen… Mandela, sporun sadece spor olmadığını çok erken zamanlarda keşfetmişti. Sporun rekabetten daha fazlası olduğunu, toplumları harekete geçirdiğini, 2010 Dünya Kupası’nda da kullandı. Ayrıca kendisinin halk arasında görüldüğü son organizasyondu. Bütün bu olaylar ışığında, Mandela sporun ve diplomasinin güçlü savunucularından biri oldu. Güney Afrika’da etkinlikleri sürekli destekledi, uluslararası etkinlikleri ülkeye getirmek için çok çalıştı, ekonomiyi canlandırdı, yabancı yatırımcıları çekmek için sporu aracı olarak kullandı. Rugby Dünya Kupası, FIFA Dünya Kupası ve diğer sporlar… Bunlar büyük organizasyonlar olsa da sadece izleme ve eğlenme amaçlı olmadığı, Güney Afrika açısından çok daha fazlası olduğu anlamına geliyordu. Sonunda ülkedeki herkes kendini eşit hissediyordu. Mandela özgür bir ülkenin oluşumunu yapılandırmak ve inşa etmek için sporu kullanmıştı.

 

Exit mobile version