Hasan Efe Uzun, alt yapı basketbolunu takip edenlerin yakından tanıdığı bir isim. Şu anda Darüşşafaka forması giyen genç basketbolcu, ülkemizin gelecek vadeden basketbolcularından biri. Konya’da spora başladığını, 14 yaşında Darüşşafaka’ya katılmak için İstanbul’a geldiğini kendisinden daha önce de dinlediğimiz için aslında Efe’yi daha yakından tanıyıp, gelecek planları, kariyeri ve basketbolda altyapı organizasyonları hakkında neler düşündüğünü öğrenebileceğimiz bir sohbet gerçekleştirdik.
Efe hoş geldin. Sürekli cevapladığın bazı soruları atlayarak seni senden dinleyelim istiyorum. Senin için basketbolcu olmak, fiziği uygun ve yetenekli birisi olarak zorunluluk muydu? Yoksa bu oyuna karşı gerçekten tutkulu musun? Basketbolcu olmasaydın ne kadar sıkı bir basketbol sever olurdun?
Hoş bulduk. Teşekkür ediyorum davetiniz için. Ben basketbola ailemin yönlendirmesiyle, fizik ya da yetenek konusunda bir öngörü olmadan başladım aslında. Hatta 5 yaşında beni basketbola başlatmak istediklerinde aileme henüz erken olduğunun söylenmesiyle 1 yıl jimnastik yaparak spora ilk adımı attım. Basketbola 6 yaşından 11 yaşına kadar hobi olarak devam ettim. Tabii zamanla oyuna karşı bir tutkum da oluştu. Bu yüzden 11 yaşından sonra ilgimi tamamen basketbola yönlendirdim. Çok erken başladığım ve şu an hayatımın odak noktasında olan bir şeyden bahsediyoruz. Bu yüzden basketbolcu olmasaydım ne olurdum düşünemiyorum bile.
Alt yapıda, ülkenin en üst düzey organizasyonlarında, milli takımlarda oynadın. Şimdi de ülkemizin en köklü ve başarılı takımlarından Darüşşafaka’da oynuyorsun. Geldiğin noktadan memnun musun? Nasıl bir yolculuk oldu senin için?
Geldiğim noktadan memnun değilim. Memnun olmamamın sebebi ise asla kendimi yeterli hissedip durmayayım. Gelişimime sürekli olarak devam etmek, hep daha fazlasını istemek ve bu amaçla çalışabilmek için tatmin olmuyorum. Bu zamana kadar çok çalışarak geldim. Bu yüzden zorlu bir yolculuk geçirdim. Ailemden uzakta olmam, kötü bir antrenman ya da maç performansımın olduğu günler… Ama, tüm bunlara rağmen çok da keyifli bir süreçti. Geriye dönüp baktığımda ise milli takımlarda geçirdiğim günler, A takıma katılma ve maça çıkma sürecim gerçekten mutlu olduğum ve güzel hatırladığım dönemler. Aslında her şey daha yeni başlıyor. Profesyonel kariyerimin henüz başındayım.
Organizasyonlara değinmişken biraz Basketbol Gençler Ligi’nden de bahsedelim. BGL, genç oyuncuların A takım düzenlerine adaptasyonunu sağlamak, buna katkı vermek için organize edilen bir lig. Bu amaca ne kadar hizmet ediyor sence? İstanbul gibi BGL’nin büyük çoğunluğunu oluşturan bir ilden lige katıldığınız düşünülünce bu lig sizin için neleri değiştirdi?
“elit sporcu” olmak, doğru iletişim kullanımı ile doğru fiziksel ve mental yapıdan bahsettin. Buradan şöyle bir sonuç çıkarıyorum; Efe, ülkemizle yetinmeyecek. Bir yandan da gözü Avrupa’da, üst seviye liglerde. Bu konuda ne düşünüyorsun? Elit sporcu olmayı biraz daha detaylandırır mısın?
Evet, Avrupa’da tanınan, başarılar kazanan bir guard olmak istiyorum. Hedeflerim sadece Türkiye’de kalıp devam etmek değil. Bu hedefler için de sadece saha içi performansın yeterli olmadığını düşünüyorum.
Rakibe, hakemlere, kendi takım arkadaşlarına saygı duyan, iyi de oynasa kötü de oynasa mantıklı hareket edebilen bir sporcu profilinden bahsediyorum aslında bunu söylerken. Aynı şekilde saha dışında da ilişkilerini bu şekilde yürüten, kendisini iyi ve doğru ifade edebilen sporcu elit sporcudur diyebilirim.
Pandemi her şeyi olduğu gibi sporu da çok etkiledi. Basketbolun oynanmadığı, devamında da alışılageldik düzenlerin dışında oynandığı bir süreç geçirdik. Senin için nasıl geçti basketboldan hatta günlük yaşantından uzak kaldığın dönem?
Çok yoğunluğun olduğu bir dönemdeyken aniden büyük bir boşluğa düştüm. Bu boşluk ilk bir hafta güzel de gelmişti açıkçası. Sonrasında artık sıkılmaya ve basketbolu özlemeye başladım. Evet evde çalışmalarıma devam ettim ama evde kısıtlı ekipmanla sadece fiziksel idmanlar yapabildim. Tabii ki bu idmanlar faydalı da oluyor ama salonda ve takımla yapılan idmanların yerini tutmuyor. Özetle pandemi dönemi benim için antrenman, kitap okuma, dizi izleme ve oyun oynama dörtgeninde geçti diyebilirim.
Artık bir A takım oyuncususun. Geldiğin noktada kendini basketbolu bilen bir gözle objektif olarak değerlendirdiğin zaman artıların ve eksilerin için neler söylersin? Bunlar hem teknik, hem de mental konular olabilir. Eksilerin üzerinde nasıl bir çalışma yürütüyorsun? Örneğin A takım seviyesine ilk kez çıkan oyunculardan en çok duyduğumuz yorumlar, oyun temposunun çok yüksek olduğu ve oyunun hızlı oynandığı yönünde oluyor. Sen de bu düşünceye katılıyor musun?
Öncelikle mental kısımdan başlayayım. Fiziksel olarak yorgunluğu atmak, psikolojik yorgunluğu atmaktan çok daha kolay. Birkaç gün dinlenince aşılabiliyor. Psikolojik olarak ise bu kadar kolay olamayabiliyor. Bunun için de kulübümüzün spor psikoloğundan destek alıyorum. Tüm oyuncuların da spor psikoloğuyla çalışması gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir sorunu paylaşmak, profesyonel birinden destek almak kesinlikle rahatlatıcı oluyor. Geri dönüşlerinden de çok memnunum. Diğer yandan evet temponun yüksek olduğu konusuna kesinlikle katılıyorum. Artık 19-20 saniyede biten hücumlar görmeye başladık. Sadece NBA’de değil Avrupa’da da böyle. Tempo her geçen gün artıyor. Takımlar geçiş hücumlarının daha fazla üzerinde duruyor. O yüzden ben de oyun içindeki tempomu daha da artırmak istiyorum. Antrenmanlarda da buna çok dikkat ediyorum. Sonuçta eksiklikler hep oluyor. Önemli olan bunun üzerine gidip çözüm sağlayabilmek.
Basketbol ortamındaki ağabeylik kültürü genç oyuncuları nasıl etkiliyor? Hata yapmaktan korkutan olumsuz bir durum mu yoksa cesaret veren ve geliştiren bir durum mu? Sen şimdiye kadar yaşadığın tecrübelerinde hangisi ile daha çok karşılaştın?
Senin yerinde olmak isteyen genç arkadaşların merak ettiği ve içinde bulunmak istediği bir yer A takım ortamı ve soyunma odası. Sen ilk kez soyunma odasına girdiğinde ve ilk kez süre aldığında neler hissettin?
Çok güzel bir ortamdı. Basketbola yıllarını vermiş, çok tecrübeli oyuncularla aynı sahayı paylaşmak gerçekten heyecan verici. Örneğin Sinan Güler’le antrenman yapıyorsunuz, size savunma yapıyor ve siz de ona savunma yapıyorsunuz. Paha biçilemez tecrübeler bunlar. Tüm bunların yanında, saha dışında bu isimlerle birlikte olmak ve soyunma odasında da aynı sohbetin içerisinde yer almak çok keyifli. İlk maçımda da o heyecanı yaşadım. Daha önce çıktığım hiçbir maça benzemiyordu. Sahaya girdikten ve oyunuma konsantre olduktan sonra tabii o heyecan kayboldu ve keyif alarak oynadım. Ben ne kadar mutlu olduysam takımdakilerin de benim için o kadar mutlu olduğunu görmek beni daha da memnun etti. Keyif aldığım ve unutmayacağım hisler yaşadığım bir gündü ilk maçım.
Her ne kadar basketbol sevdiğin ve eğlendiğin bir iş olsa da tamamen hayatının merkezinde yer alıyor. Haftanın tüm antrenman ve maçlarını tamamladığın yedi günün sonunda geriye bakınca bir hafta nasıl geçiyor senin için?
Genellikle yoğun bir temponun içerisindeyiz. Yorucu olabiliyor tabii ama sevdiğim bir işi yapıyorum o yüzden bundan keyif alıyorum. Ayrıca çok yoğun da olsam kendime düzenli olarak zaman ayırmam gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden de dinlendiğim günlerde belirli bir plan içerisinde sosyal hayatıma vakit ayırıyorum. Çünkü ne kadar sevdiğim bir işi yapıyor olsam da hep aynı ortamın içindeyiz. Farklı yerlere gitmek, farklı konuları konuşmak, dinlenmeme ve sonraki adıma hazır olmama çok katkı sağlıyor. Bir gün bile olsa basketbolu özlemek bana çok iyi geliyor.
Bir sporcunun profesyonel seviyede varlık gösterebilmesi için karakter yapısı ne kadar önemli? Duygularını kontrol etme, geri planda kaldığında kendini öne çıkarabilme, egosunu yeri geldiğinde bastırabilme. Belki de bizim sadece maç içerisinde gördüğümüz ama sizin sürekli olarak mücadelesini verdiğiniz konular. Kendini nasıl tanımlıyorsun? Bu konulardaki eşikleri geçtin mi?
Her sezonun, her dönemin farklı bir hikayesi vardır. Bu yüzden bu eşikleri henüz atladım diyemem. Çünkü henüz karşılaşmadığım durumlar var ve bunlara göstereceğim reaksiyonlar da benim için belirleyici olacak. Genel olarak bir basketbolcunun öz güveninin yüksek olması gerektiğini düşünüyorum. Gerek hücumda, gerekse savunmada alması gereken sorumluluğu almayan, kendine güvenmeyen bir oyuncuya takım arkadaşları, teknik ekip de dahil olmak üzere kimse güvenmez. Bu yüzden kötü performanslar gösterdiğimizde dahi güvenimizi kaybetmememiz gerekiyor. Tabii daha fazlası da ego olarak karşımıza çıkabiliyor. Bunu da dizginlemek ve belli bir çizgide kalabilmek gerekir. Takım sporu yapıyoruz, beli bir düzene göre hazırlanıyoruz. Saha içinde kişisel hırslar ön plana çıktığı zaman maçı kazanmak da, hedefe ulaşmak da mümkün olmuyor.
Ülkemiz özellikle ihraç anlamında birkaç istisna dışında guard konusunda sıkıntı yaşıyor. Alt yapılarda fiziğe dayalı seçimler yapıldığını biliyoruz ama devşirme kontenjanını ayırdığımız guardların en uzunu da 188 cm olan Wilbekin. Sen ülkemizin yetiştirdiği genç bir guard olarak bu konuda ne düşünüyorsun? Sence hatayı nerede yapıyoruz? 80 milyonluk bir ülke forvetlerini, pivotlarını NBA’e gönderirken guard konusunda potansiyelsiz olamaz .
Ben de böyle düşünüyorum. 3, 4 ve 5 numaraların gösterileni oynama gibi bir görevi var. Guardlar ise hep söylendiği gibi saha içindeki koçlar aslında. Bu yüzden de saha içindeki durumu en az koç kadar iyi bilmeleri gerekiyor. Bu durum özellikle Avrupa basketbolunda haliyle de ülkemizde daha çok öne çıkıyor. NBA’de bireysel özelliklerin ve oyunun ön plana çıktığını hesaba katınca, guard gönderemememizin sebebinin bu olabileceğini düşünüyorum. Fiziğe dayalı seçim yapmak potansiyelimizin çok daha azını kullanmamıza sebep oluyor. Fizik tabi ki önemli. Ancak, 170 cm, 180 cm başarılı guard örneklerini de görüyoruz. Bu yüzden günümüz basketbolunda 4 ya da 5 numaralara nazaran bir guard için fiziğin bu denli öne çıkmaması gerektiğini düşünüyorum.
Türk sporcularının en büyük dezavantajı üniversite ortamını yaşayamamaları. Bunun gelişimlerini kötü etkilediği bu yüzden de A takıma adaptasyonlarında da sıkıntı yaratıyor. Çünkü üniversite kişiye kendini tanıdığı ve hayatı öğrendiği bir zaman veriyor. Sen akademik yaşantın için plan yaptın mı ya da geçmişte bu yol ayrımına hiç geldin mi, o noktada kararını nasıl verdin?
Tabii ki ben de o yol ayrımına geldim. İstanbul’a gelirken ailemle basketbola devam ederken okulu da aksatmamam ve sınavlarıma hazırlanmam gerektiğini konuşmuştuk. Maalesef bir yerden sonra artık zamanın ve enerjinin her ikisine de yetmeyeceği noktaya geliniyor. Ben de üniversiteye bu yıl geçiş yapacağım. Bu yoruma ben de katılıyorum bunun yanında sporcunun planlı bir şekilde ve dinleneceği zamandan çalmadan sosyalleşerek kendi gelişimini sağlayabileceğini düşünüyorum. Sonuçta her insan psikolojik olarak buna ihtiyaç duyuyor. Bahsettiğimiz bu gelişim süreci saha içi performansını da etkileyen ve doğru adımlar atıldığında bu performansı destekleyen bir süreç.
Takip ettiğin, izlediğin, sonradan gördüğün herhangi bir anın içinde yer alabilsen nerede yer almak isterdin? Bu bir fotoğraf, bir pozisyon, bir sevinç ya da hüzün anı olabilir. Hazır bu konudan bahsederken, unutamadığın maç ya da organizasyonlar hangileri?
Anadolu Efes’in şampiyon kadrosunda yer almak isterdim. Takip etmeyi ve izlemeyi sevdiğim bir takım. Oynarken çok keyif alıyorlar, izleyiciye de keyif veriyorlar. Euroleague şampiyonluğu karesinde yer almayı çok isterdim.
Kendi tecrübelerimden de milli takım organizasyonlarının yeri bende çok ayrı. Katıldığımız şampiyonalar, gençlik oyunları hepsi unutamadığım ve içinde bulunmaktan mutluluk duyduğum organizasyonlar. Bunun yanında BGL’nin ilk yılını söyleyebilirim. O sezon hem yıldız takım liginde, hem de BGL’de oynuyordum. Sezonun geneli benim için çok iyi geçmişti. O sezonu yeniden yaşamak isterdim.
Kendini eleştirmekten çekinmeyen, sadece saha içi değil saha dışındaki gelişimine de önem veren bir sporcu olduğunu, profesyonel bir ekiple ve planlı şekilde ilerlediğini görüyoruz. Peki gelecek planlarına baktığımız zaman kısa ve uzun vadede kendine nasıl bir plan çizdin? Neleri veya nereleri hedefliyorsun?
Bir maç öncesinin senin için neleri içerdiğinden bahsedelim istiyorum biraz. Antrenmanlarla geçirilen zamanın, günlük hayatta yapılan hazırlıkların sınavı maçta veriliyor aslında. Bir maçın fiziksel ve mental hazırlığı ne zaman başlıyor ve bu süreçte neler yapıyorsun?
Profesyonel bir kulüpte fiziksel hazırlık genellikle hep birlikte yapılıyor. Asıl mental hazırlık kısmında oyuncuya daha fazla iş düşüyor. Ben her maçtan önceki gece yatmadan kafamda maçı oynuyorum. Maçta neler olabilir, sıkıntıya girersek neler yapabiliriz, rahat bir hal alırsa ne yapabiliriz hep bunları düşünüyorum. Bu şekilde kendimi daha hazır hissediyorum çünkü her senaryo için planımı çizmiş, olabilecekleri öngörmüş oluyorum. Bunun yanında rakip takımda eşleşeceğim oyuncuya ve oynayacağımız setlere yönelik çalışma ile tekrarlar da yapıyorum.