Site icon Victory Dergi

Güzin Müjde Karakaşlı: Sonsuzluk ve Mükemmellik

”Bilardo, satranç kombinasyonları, fizik yasaları ve insan beyni ile vücut hareketleri arasındaki gözle görülür dikkat çekici bağlantının birleşiminden oluşan algılanması belki de en güç mükemmelliğin oyunudur.” – Nicola Tesla

Semih Saygıner ile Türkiye’de önemli bir popülerlik kazanan üç bant bilardo aynı zamanda bir ekole sahip nadir spor branşlarından. Güzin Müjde Karakaşlı da bu ekol isimlerden biri… Kazandığı Türkiye Şampiyonluğu, Avrupa ikinciliği ve birçok başarısı onu bu alanda diğer pek çok isimden öne çıkartıyor. Hem bir hukukçu hem de üç bant bilardo oyuncusu olan Müjde, ülkemizde birçok algıyı yıkmak için de mücadele ediyor. Tüm bunları nasıl başardığını ve kariyer yolculuğunu Güzin Müjde Karakaşlı dergimiz Victory için anlattı…

Yol Ayrımı

Benim ilk aşkım voleyboldu. Annem ve babam da voleybol oynarken tanışmışlar. Kardeşimle beraber çok küçük yaşta Denizlispor altyapısına verildik. Ve orada voleybol oynamaya başladık. Üniversite sınavlarına hazırlandığım dönemde çok sevdiğim, haftada 5 günümü verdiğim, okul ve takımla antrenmanlarını yaptığım spordan uzaklaştım. Üniversite sınavında iyi bir derece yapacaksan sizi yan faaliyetlerden hafif hafif tasfiye ederler. Bende de öyle oldu. Zaman içinde kulüpten ve okul takımından bir şekilde uzaklaştım. Hayatımın o kadar uzun zamanını alıyordu ki voleybol, zaman zaman küçük bir depresif moda girdiğimi bile hatırlıyorum.

Sporu cinsiyetle eşleştirmek, sporun felsefesine çok ters düşen bir fikrin yapısı. Sosyal aşinalığın olmaması insanları böyle kalıplara itiyor.

Şifreli Bir Söz

Denizli’de doğdum büyüdüm. Üniversiteye hazırlandığım günlerde Snooker ülkemizde popülerliğini iyice arttırıyordu. Üniversite sınavlarına hazırlanan arkadaşlarım bilardo salonlarına giderlerdi. Düşünün deneme sınavından çıkıyoduk ve sınavın sonucunu kontrol etmek için bilardo salonuna gidiyorduk. Denizli’de birden fazla bilardo salonu vardı. Ben de arkadaşlarımla birlikte giderdim. Tamamen sosyal bir etkinlik. Biliyorsunuz, üniversite hazırlık dönemlerinde gerçekten nefes almaya ihtiyacınız oluyor. Ve, o dönem arayışlarla geçiyor. Ben de Amerikan Bilardo oynardım arkadaşlarımla.

Salonun işletmecisi: “Müjde seni çok yetenekli bulduk. Kendi aramızda da konuştuk. Sana üç bant bilardo öğretmeye karar verdik” dediler. Bu cümle bana şifreli bir şeymiş gibi geldi. “3 Bant Öğretmeye Karar Verdik!” Benim çok dikkat ettiğim bir alan bile değildi. 3 bant nedir fikrim dahi yok. Daha doğrusu hissim yoktu. Ancak böyle bir teklifle geldiler. Bende de o dönem voleybolun yarattığı çok büyük bir boşluk vardı. “Peki öğretin” dedim. Sonrasında buralara kadar geldim.

İlk Turnuva

İlk zamanlar tecrübe olsun diye Türkiye Şampiyonası’na katılmamı önerdiler. Ama daha oyunu bile bilmiyordum. Tamamen teknik tecrübe, oradaki atmosfere ve kurallara alışmak için. Daha önce takım sporu ile uğraştığım için bireysel sporu ilk kez tecrübe ediyordum. Tek başınıza masaya çıkmanız, oradaki rakip ve hakemleri gözlemleme, kıyafet yönetmeliği. Voleybol oynarken ise bir formanız bir de spor ayakkabınız var. Burada ise siyah kumaş pantolon, ayakkabı, çorap, gömlek ve yelek. Erkeklerde ise ekstra papyon. Talimatları da bilmek gerekiyor. Bilardoyu yeni öğrenirken katıldığım ilk turnuvamda çok etkilenmiştim. Biraz da başarabildiğimi anladım ve hissettim sanıyorum. O zaman insanların ne demek istediğini çok daha iyi anladım.

Hedef: Dünya Şampiyonluğu

Üniversite için İstanbul’a geldiğimde bilardo oynayabileceğim bir yerlerde aradım. Türkiye Bilardo Federasyonu Asbaşkanı olan Murat Tüzül’ün kendine ait bir kulübü vardı. Tüzül kulüple o dönem tanıştım. Orada Türkiye’nin önemli bilardo isimleri vardı. Semih Saygıner’in, Ahmet Bayatlı’nın, Murat Tüzül’ün olduğu ve antrenman yaptığı yer. Görece dışarıya kapalı bir kulüp sistemiyle çalışan bir yerdi. İstanbul’da artık hem öğrencilik hem de bilardo öğrenciliği yapmaya başlamıştım. Türkiye Şampiyonaları’nda özellikle Kadınlar disiplininde insanların pek aşina olmadığı başarılar kazanmaya başladım. O başarılar bana milli takımı getirdi. Milli takıma gider gitmez bir Avrupa üçüncülüğü ve ardından ikincilik elde ettim. Sonrasında kendimi hedef koyan tarafta buldum. Şimdi hedefi daha da ilerletip Türkiye’nin kadınlarda henüz elde edemediği Dünya Şampiyonluğu ünvanını almak istiyorum.

“Türkiye’de kadınlar bilardo deyince ben idol gösterilmek istiyorum. Çünkü birilerine doğru görünmek ve doğruyu göstermek istiyorum. Algılandığım biçimle, seviyem ve tavrımla bilardo öğrenmek isteyenlere örnek olmak istiyorum.” – Güzin Müjde Karakaşlı
Tek Başına

Çok uzun süre bir takımla çalışmak, takımla bir bütün gibi hareket etmek veya bazen biri tarafından sırtınızın sıvazlanması bir alışkanlığa dönüşüyor. Top paylaşıyorsunuz, set oyunlarını paylaşıyorsunuz. Beraber hareket etme güdüsü var. Voleybola ilk başladığımda çok etkilendiğim bir şeydi bu. Bilardo da ise yapayalnızsınız. Kelimenin gerçek anlamıyla. O anda rakibiniz kaçırdı ve masa size teslim edildi. 1.42×2.84’lük bir masa, üç tane top, 10 milyar ihtimalden biri ve siz. Antrenörünüz yok! Vuruş için karar verip uygulamanız için size verilen 30 saniyelik bir süreniz var. Ofansif veya defansif yapacağınız hamleye sadece siz karar veriyorsunuz ve doğacak her sonuca tek başınıza katlanıyorsunuz. Bu bile bana başlarda ilginç gelmişti. Bir hata yaptığınızda takım sporlarında birbirinizi destekleyerek devam edersiniz. Takım olmanın verdiği bir sinerji vardır. Bilardo da hata yaptığınızda yerinize oturur ve yaptığınız bir hata var ise tek başınıza onunla yüzleşirsiniz. Etrafınızda kimse yoktur. Özellikle temas içeren bir spor olmadığı için siz hata yaptığınızda masayı rakibinize verip cezanızı çekmeyi beklersiniz. Voleybol oynadıktan sonra bu kadar bireysel, her şeyi tek başınıza yaptığınız bir spor çok ilginç geliyor. Bu yalnızlık durumu benim kişisel gelişimime de katkı sağladı. Takımla hareket etme alışkanlığı karakterimin bir parçası gibi olmuştu. Rahatlıkla yapabildiğim bir şeydi. Özellikle karar verme ve sonrasını değerlendirme, tek başıma olabildiğim süre içinde bu saydığım becerilerimi bilardo sayesinde geliştirdim.

“Bilardo, gerçekten cinsiyetle alakalı olabilecek son spordur.”

Bu durum 3 Bant Bilardo’da var. Amerikan Bilardo’da ise turnuvalara seyirci olarak yansımasını görüyoruz ama bilardo erkek sporudur diyen çok yok. 3 bant bilardo için bu söyleniyor genelde ya da Snooker. Sadece bize ait bir durum değil bu tabii. Dünya’da da tartışılıyor. Bir sporu cinsiyetle eşleştirmek, sporun felsefesine çok ters düşen bir fikrin yapısı. Sosyal aşinalığın olmaması insanları böyle kalıplara itiyor. Ben kadınları bilardo oynarken görmedim eşittir bilardo erkek sporu gibi bir şey. Bunun sosyo-ekonomik altyapıları da elbette var.

Türkiye’de özellikle benim branşım olan 3 bant bilardo özelinde anlatmam gerekirse. 1’inci Dünya Savaşı zamanında savaşan askerler ve üst rütbelilerle birlikte geliyor masalar. Bu masalar hem Türk hem de Gayri-Müslim vatandaşlar tarafından işletilmeye başlıyor. Sonrasında genç Cumhuriyet ile yeniden ayağa kalkmaya çalışan Türkiye’de insanlar sosyalleşecekleri kısıtlı alanlarda yaşıyordu…

Bazı başarılar, turnuva veya organizasyonlardan elde edilen madalyalar ile olmuyor.

Şu anda olduğumuz yer ile 1920’ler çok farklı. Yani bilardo eşittir kahve sporu algısı; 1920’lerde insanlar oralarda bir araya gelerek hem sosyalleşiyorlar hem de bilardo oynuyorlardı. Bu tamamen sosyo-kültürel bir durum. Erkekler, evlerinden çıkıp bir yerlerde buluşup sosyalleşebildiği için bilardo daha çok erkeklerin oynadığı bir sosyal realiteye dönüştü. Oralarda erkekler daha fazla toplandıkça, kadınlar, erkeklerin bulundukları alanlara pek giremiyordu. Bilardonun dönüşümünü tamamladığı aşama çok daha ileriki zamanlarda olacaktı. Daha çok erkekler bir araya geliyordu. Bu başka bir spor olsaydı yine erkekler bir araya gelecekti. Ülkenin o zamanki koşulları yani kadın-erkek eşitliğinin daha emeklediği yıllardı. Erkekler bir araya geliyor, onlar oynuyor, kadınlar ise oralara giremiyor. O zaman bu erkek sporudur algısına dönüşmüştü bilardo. O kadar çok yanlış önermenin birbirini izlediği bir kalıba dönüşmüş ki sanki bunlardan da dönülmezmiş gibi bir hal almış. Oysa 500 gram ağırlığında bir ıstaka, 61,5 milimetre kalınlığında bir topa vuruyor ve onu hareketlendiriyor. Çeşitli hareketler yaptırıyor ve sayı alınıyor. Bunun sadece bir erkek sporu olması mantıklı mı? Benim aklım almıyor.

Bir de tabii şu var kız ve erkek çocukları genel olarak bedensel gelişim bakımından sıfır noktasından itibaren ayrışıyorlar. Erkek çocuklar gelişimlerine başlarken daha serbest ve daha aktifken, kız çocukları genelde bu aşamayı her zaman kolay atlatamayabiliyorlar. Bütün sporlarda olduğu gibi bilardoda da bedensel gelişime ihtiyaç vardır. Kadınlar burayı o kadar sonraları deniyorlar ki bu saatten sonra bilardoyu yapamam gibi bir algı oluşuyor. Birazda bunun üzerine insanlar artık kadınlar bilardo oynamaz. Oynayabilselerdi oynarlardı gibi absürt bir önerme ile bunu erkeklere yakıştırıyorlar. Tamamen olayların tarihsel gelişimi içinde belirli bir kalıba sıkışmış ve sonrasında da hep öyle sanılan bir hal almıştır. Bilardo, gerçekten cinsiyetle alakalı olabilecek son spordur.

169 Yıllık Bir Uçurum

Avrupa’da da bir jenerasyon problemi mevcut. Çok daha az kadın var. 1835’te ilk kez Erkekler Bilardo Dünya Şampiyonası düzenlenirken, kadınlarda bu turnuva ilk kez 2004 yılında yapıldı. Yani 169 senelik bir bilgi ve algı birikiminin dünya üzerinde de devam etmekte olan izlerini okuyabiliriz. Bir turnuvanın kadın ve erkek arasında 169 yıllık bir fark olabilir mi? Gelişmiş, yaygınlaşmış ve oynanmaya başlayan bir sporun turnuvası dahi yapılır hale gelmiş ancak kadınlara yansıması çok uzun yıllar alıyor. Dünya’da da kadın ve erkek arasındaki sosya-ekonomik ve kültürel farklar bir anda kalkmadı veya bir anda oluşmadı. Tüm bunların yanı sıra dünya çapında yaşanan talihsizlikler vardı. Şöyle örneklemem gerekirse, bundan birkaç sene önce Danimarka’da bir kriz yaşandı. Danimarka’nın bizim Gençlik ve Spor Bakanlığı’na denk olan bir kurumu spor kulüplerini denetlemeye gidiyor. Futboldan bilardoya kadar bütün spor kulüpleri denetleniyor belirli bir branş gözetmeksizin. Bir bilardo kulübüne giriyorlar. Orada milli sporcuların antrenman yaptığını görüyorlar ve standart denetim sorularını soruyorlar. “Danimarka olarak bilardoda neredeyiz?”, “Bu sporu geliştirmek için neler yapabiliriz?” gibi klasik sorular. Oradaki herkes şunları söylüyor: “Milli takımı oluşturuyoruz, her hafta düzenli antrenman yapıyoruz.” Sonrasında “Uluslararası bir başarımız var mı?” diye soruyorlar. “Çeyrek Finalleri görüyoruz ama daha fazlası yok” diye cevap veriyor oradakiler. O sırada benim meslektaşım direk konuşmaya girerek: “Siz dalga mı geçiyorsunuz! Ben 2017’de dünya üçüncüsü oldum. Ne demek uluslararası bir başarımız yok”. Denetlemeye gelen ekibe akabinde ceza kesiliyor. Hem cinsiyet ayrımcılığından ötürü hem de bakanlıktan gelen bir heyete kendi sporcusu kadın diye elde edilen başarıdan bahsedilmediği için. Bu komediyi aslında dünyanın her yerinde görüyoruz maalesef. Ama bir dönüşüm söz konusu ve bu bizim düşündüğümüzden çok daha hızlı gerçekleşiyor.

Örnek Proje

Özellikle, Türkiye Bilardo Federasyonu’nun yaptığı en büyük hamleden biridir, okul sporları projesi. Okullarda müfredat dahilinde seçmeli ders olarak bilardo öğrenmek isteyen çocukları göreceğiz yakında. Bu gibi güzel gelişmeler az önce anlattıklarımın tamamen çöp olduğu güzel bir dünya hayali kurduruyor bana. Bilardonun artık kadın erkek arasındaki fırsat eşitsizliğinden tamamen sıyrılacağını düşünüyorum. Bir çocuk okulda basketbol topuna eriştiği gibi, bilardo masasına da eriştikten sonra tüm bu konuştuklarımızın bir anlamı kalmayacaktır.

Semih Saygıner

Bilardonun çok önemli isimleri ile tanıştığım dönem bakımından biraz şanssız olduğumu düşünürüm. Çünkü yıllar boyunca lokomotif olmak, bilardoyu sırtlamak ve yeni jenerasyonlar elde etmek için çok çaba sarf etmişlerdi ben tanıştığımda. Aslında görece iyi jenerasyonlar yakalamışlardı. Ancak, o ilk enerjileri yoktu. Birine el vermek, birini sistematik bir öğretiden geçirmek gibi bir coşkuları kalmamıştı. O anlamda kendimi biraz şanssız sayarım. Ama, Tüzül Kulüp çok konforlu ve bilardonun hem izlendiği hem konuşulduğu hem de maçların yapıldığı çok başka bir organizasyondu. Ben tanıştığımda Semih Abi ara vermiş ve henüz daha geri dönmemişti.

Benim için avantaj olan tarafı ise ben bir şey sorduğumda hiç cevapsız bırakılmamamdı. Yani karar veremediğim ve hangisinin doğru olduğunu bulamadığımda hemen “Semih abi burada ne yapacağım?” diye soruyordum. Solak olmama rağmen ilk başladığımda sağ el ile oynamayı öğretmişler bana. Bu benim için gerçekten büyük bir talihsizlikti. Zaman zaman duruş-tutuş dediğimiz masaya yerleştiğimiz anda aksaklıklar yaşardım. Çok düzenli antrenmanlar yapılamayınca bu problemler kendini hatırlatır. Bu durumlarda Semih Abi veya Murat Tüzül hemen yardımıma koşuyorlardı. Bora karatay, Avni Köksal’dan sonra hem Semih abi hem de Murat Tüzül çok önemli bilardo insanlarıdır Türkiye’de. Onların yanı başınızda olması ve bir şeyler sorabiliyor olmanız hatta bazen maçlarda siz izlenmediğinizi bilseniz bile birilerinin maçtan sonra size bir şeyleri anlatması veya uyarıda bulunması gelişimine yeni başlayan biri için çok avantajlı durumlardı. Ustalar her zaman sizi izlemeyebilir ama Semih Abi ve Murat abi beni izleyip uyarılarda bulunuyorlardı. Bunlar benim için çok önemli. Onların her zaman etrafımda olması bile beni güvende hissettirirdi.

İdol 

Çok iddialı konuşmak istemem ancak Türkiye’de kadınlar bilardo deyince ben idol gösterilmek istiyorum. Çünkü birilerine doğru görünmek ve doğruyu göstermek istiyorum. Algılandığım biçimle, seviyem ve tavrımla bilardoyu öğrenmek isteyenlere örnek olmak istiyorum.

Kadınlarda Masako Katsura’nın ilk karon sahnesine çıktığında sene 1954 idi. Kendisi dünyada turnuvalara katılan ilk kadın sporcu. “First Lady of Billiards” ünvanına sahip. Sonrasında japonya’da Katsura’nın etkilerini görüyoruz. Japonya sonrasında çok iyi 3 bant oynayan kadın sporcular çıkardı. Biraz Semih Abi’nin, Türkiye’deki jenerasyonları etkilemesi gibi düşünebiliriz. Katsura’yı idol alabilecek bir verim yok ancak kendisine çok büyük saygı duyuyorum. Dünya beşincisi olan, vuruş kalitesi ve tekniği ile insanları kendine hayran bırakan ilk kadın sporcunun adını illa anmam gerekir burada. Bilardo sporcusu olarak benim tekniğini ve izlediği yolu çok beğendiğim bir sporcu da Frederic Caudron’dur. İdol demeyeyim ancak oyun gücü ve bilgisi bakımından onun izinden ilk adımı atabilirsem çok daha kuvvetli ilerlerim diye düşünüyorum. Bilardo, acayip bilgi ve tecrübeye dayalı bir spor. Sürekli yorum yaptığınız için ne kadar çok ilerlerseniz hakimiyetinizi o kadar çok arttırıyorsunuz. Çünkü sonsuzluğa ve mükemmelliğe karşı oynuyorsunuz. Bir gün yapay zekaya karşı maç izleyeceğiz ama şu an gelebildiğimiz en yüksek maç ortalamaları yaklaşık 2.5 genel oynamak. 2.5 Genel oynama 20 ıstakada 50 sayı çektiğiniz anlamına geliyor. Bunun üzerine çıkamıyor insanoğlu. Az önce bahsettim, insanlar yüzyıllardır bu oyunu oynuyor. Biz onlara göre çok daha yeniyiz. Dolayısıyla saydığım bu isimlerin her birine büyük saygım var. Her birinin başka bir özelliğini önemsiyorum. Uygulayabilir miyim diye düşünüyorum. Mesela Daniel Sanchez, Dünya Şampiyonluğunu kazandı. Kendisinin o kadar etkileyici bir vuruş stili vardır ki bana şiir gibi gelir. O kadar iyi bir bilardocu. Her birinden birer parça almaya çalışıyorum.

Denge

Ben bununun dayatıldığı günleri bile yaşadım. “Bilardo’yu bırak” ya da “Yetişemeyeceğini düşünüyoruz” veya “Bakın bu sizin yılda belirli günler başka yerlerde olmanızı gerektiriyor ama sizin bu kadar izniniz yok” gibi dayatmalarla çok karşılaştım. Bazen şartlar ve durumlar dayattı bazen de kişiler veya kurumlar bunu talep ettiler. Ben orada garip bir direnç gösterdim. Eğer böyle bir karar alacaksam bu kararı kendi hür irademle almalıyım. Yani hem avukatlığı hem de bilardoyu yürütemeyeceğimi görmem gerekiyordu. “Birkaç sene sonra siz yapamazsınız” veya “İki işi bir arada götüremezsiniz” cümlelerini ben hiç bir zaman ikna edici bulmadım. Götüremeyeceksem buna ben karar vermek isterim. Buralarda kararlarımı kendim vermemle bilardo hep ayakta kaldı.

Hukuk fakültesi de kolay bir fakülte değildir. Şampiyonaları, dersler ve antrenmanı bir arada götürmeye çalışmak egzersiz gibi geldi bana. Aslında ağır sorumluluklardı. Ben üniversiteyi insanların sandığı gibi, okulu işi gücü bırakıp bilardo oynayarak bitirmedim. Benim de sorumluluklarım var ve tüm bunların dengesini zamanla kurmayı öğrendim. Avukatlığa başladıktan sonra da yolda değiştirmem gereken dengeler oldu. Fakat, her zaman programlı hareket etmeye çalıştım. İnsanlar haklı olduğu tek bir nokta vardı. O da aynı anda iki yaşamı yaşamak. Bir yandan müvekkillerim ve davalar diğer yandan da bilardo.

Ancak, yeni başlayan bir bilardocu değilim. Milli takımdayım, derecelerim, hayallerim ve sorumluluklarım var. Röportajı yaptığımız bilardo atölyesi benim bir hayalimdi ve pandemi döneminde bu hayalimi gerçekleştirdim. Artık dengeyi sağlayabilmek adına elimin ve kolumun daha uzun yerlere ulaşabileceği bir alanı yaşıyorum. Bir operasyon ve organizasyon içerisinde işlerimi hallediyorum, sonrasında da buraya gelip düzenli olarak antrenmanlarımı yapıyorum. Günümün her saati dolu olacak şekilde her yere yetişmeye çalışıyorum. Aslında bir çılgınlık gibi görünebilir ama istediğim, hedeflediğim noktalara emin adımlarla yaklaştığımı hissediyorum. Bazı başarılar, turnuva veya organizasyonlardan elde edilen madalyalar ile olmuyor. Bu dengeyi yaklaşık on yıldan beridir kurmaya çalışmak benim için uzun vadede verdiğim en büyük emeklerden bir tanesi ve ben bunu başardığımda aslında çok büyük bir şey başarmış sayacağım kendimi. Sırf inat eden tarafım için bile bunun sonucunu görmek ve başarmak istiyorum.

Bazı Hatalar Çok Değerlidir

Açıkçası 2019 yılındaki Avrupa Şampiyonası ikinciliği benim için bambaşka bir deneyimdi. Daha önce de o arenada bulunmanın deneyimi ve hata yapmış olmamım avantajıyla Türkiye’den 4 kadın sporcuyla katıldığımız sonrasında tek başıma benim devam ettiğim ve tek başına olmanın verdiği baskı ile sonunu getirebildiğim için yeri çok özeldir. Dünya Şampiyonu olan Teres ile finalde karşılaştık ve bu benim uluslararası ilk finalimdi. Orada yaptığım bir hata sonucu kaybettim ama bu hatalar o kadar değerli hatalar ki bunları asla satın alamayız. İlk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandığım anı da hiç unutmuyorum. Yarı final maçı 22-13 gerideydim. Maçlar yirmi beşte bitiyor. Tribünde olan arkadaşlarımın hepsi çıkmıştı. İzlemiyorlar yani. O maçta geri gelerek 25-23 kazanmıştım. Benim seviyem için çok kuvvetli bir dayanıklılıktı. Sonrasında da turnuvayı şampiyon olarak tamamladım.

Exit mobile version