Henüz 13 yaşındayken geldi Kütahya’dan İstanbul’a… O yaşta kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrendi. İstanbul’a geldiği günden kariyerini noktaladığı ana kadar hiç durmadı. Çalıştı, çalıştı ve yine çalıştı. Durmak, dinlenmek ya da pes etmek gibi kelimeler Gözde Kırdar’ın sözlüğünde yer almıyordu. O sözlükte kazanmanın gereksinimlerinde neler lazımsa onlar yazılıydı ve o sözlüğün yazarı da kendisiydi. Vakıfbank’ın efsane kaptanı, Filenin Sultanları’nın da en büyük savaşçılarından biriydi. Türk voleybolunun en özel savaşçılarından Gözde Kırdar, ‘‘Vedalar’’ konseptini işlediğimiz Mayıs ayında dergimiz Victory için konuştu.
En sondan, Bükreş öyküsünden başlayalım istiyorum. Imoco ile yarı final oynuyorsunuz ve tie-break setinde 12-9 geridesiniz. Son sayıda smacınız için challenge istendi. Sonucu lehinizeydi ve herkes finale çıkmanın sevincini yaşarken siz sadece Naz Aydemir’e sarıldınız. O anda neler hissettiniz?
Kime sarıldığımı hiç hatırlamıyorum. O an öyle bir psikoloji içerisindeydim ki bütün duyguları yaşadım. Sonuçta voleybolu bırakıyorum ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olarak bırakmak istiyorum. 12-9 gerideydik ve herkes kaybettik diye düşündü. Ama bu Vakıfbank için öyle olmuyor. Benim vurduğum topun, out olduğunu düşünüyordum ama son sayı olduğu için Giovanni’ye, “Challenge al” dedim. Sadece o an şükrettim. Çünkü finalde bizden çok daha zayıf bir rakip olacaktı. Ve yüzde 90 kazanacağımızı biliyorduk. Aslında bu benim sayı almam ile alakalı değil, 12-9 geriden gelen Vakıfbank ruhuyla alakalı. O an tek gördüğüm şey insanların etrafımda döndüğü ve benim öylece ortada durmamdı. O an sadece şükrediyorsunuz öyle anlarda yapacak bir şeyiniz olmuyor başka.
Ve Alba Blaj maçı. Son Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğunuzdu. Ve Vakıfbank’ın 4’üncü şampiyonluğunu kaptan olarak son kez havaya kaldırmak neler hissettirdi size? Aynı zamanda MVP olmak sürprizdi sizin için.
Belki de 12 ayın tamamında durmaksızın antrenman ve maç yaptığınız için yeteri kadar doydunuz bu spora, değil mi?
Kesinlikle öyle. Eşim Alessandro milli takımda çalıştığı için Giovanni’yi yakından tanıyor. O yüzden bu yaz ayındaki programlarını biliyorum kızların. Bir hafta, 5 gün ya da 4 gün tatilleri var. İnanabiliyor musunuz? Bizim zamanımızda hiç öyle bir şansımız yoktu. Öyle bir tatil şansı veren antrenörümüz yoktu Giovanni gelene kadar. Mesela 30 yaşıma girdiğimde o dönemki antrenörüm 1 ay tatil vermişti sağ olsun. Şimdiki gençler çok şanslı. En azından birkaç gün de olsa kafalarını toparlayabiliyorlar. Hatırlıyorum bir sene içinde sadece 3 gün tatil yaptık. O yüzden bunların birikimi bence. Bu seviyede voleybol oynayanların 35-36 yaşına kadar devam etmesi mucize cidden.
Francesca Piccinini mesela?
(Gülerek) O da çok ayrı bir delilik bence.
Veda röportajınızda ‘‘İnsanlar beni takdir etsin, annem babam benimle gurur duysun’’ demiştiniz. Geriye dönüp baktığınızda insanlardan istediğiniz ilgiyi gördüğünüzü düşünüyor musunuz?
Ben Vakıfbank’a 2016 senesinde iki senelik sözleşme daha imzaladım 2017-2018 sezonu olmak üzere. Zaten sonrasında bırakmayı planlamıştım. Ama 2017 senesi benim için çok çok zor geçti. İstemediğim birtakım şeyler oldu. Giovanni beni oynatmayı tercih etmiyordu. Önümde Zhu Ting olsa tek kelime bile etmem ama kendi seviyemdeki bir yabancı oyuncunun benim yerime oynaması beni duygusal anlamda yıpratmıştı. Senelerini vermiş bir kaptanını mı tercih edersin yoksa onu mu? Benimle de kazanacaksın onunla da. Ama Giovanni onu tercih etti. Ben kendisine de rahatça söylüyorum bunları zaten. Hatta Vakıfbank yönetimine ‘‘ Sözleşmemi yırtın! Ben voleybolu bırakıyorum.’’ diyecek raddeye kadar gelmiştim.
O röportajın sebebi de şöyle; o günden sonra kendime söz verdim. Canımı dişime takıp çalışacağım, oynayacağım. Ve voleybolu yedek bir oyuncu olarak bırakmayacağım. Çünkü o kadar sene sonra yedek olarak kazandığın kupayla oynayarak kazandığın kupa arasında dağlar kadar fark var benim için. O yüzden kendime bu hedefi koydum. İstanbul’dan, Polonya’dan, İtalya’dan bir sürü kişi beni desteklemek için Romanya’ya gelmişti. Ve bana veda edecekleri anı beni oynarken izleyerek görsünler istiyordum. O yüzden o röportajda öyle bir cümle kullandım. Geriye dönüp baktığımda ise evet, çok kez onore edildim.
İkiziniz Özge ve Alessandro sizden gizli bir jübile töreni düzenledi Vakıfbank Spor Sarayı’nda. Ellerinizde kalkan sayısız kupaya ve kariyeriniz boyunca size yardımı dokunmuş onca insana veda etiniz. Peki camia içinden de beklediğiniz ilgiyi gördüğünüzü düşünüyor musunuz?
Özge demişken biraz ikinizden bahsedelim. Uzun yıllar birlikte oynadınız. Daha sonra o farklı takımlarda oynadı. Peki hiç olumsuz tepkilerle karşılaştınız mı? Bilerek hata yaptı gibi…
Vakıfbank Spor Sarayı dünyanın sayılı spor salonlarından biri ve bu salonda sarı siyahlı formanız en tepede asılı duruyor. Bu size neler hissettiriyor?
Mesela bazen maç izliyorum ve arada ralli oluyor. O esnada görüyorum formamı ve inanılmaz hissediyorum. Kızım Mavi’nin, ileride o günleri görürse, salona gittiğimizde ‘‘Bu annemin forması!’’ diyecek olması beni şimdiden gururlandırıyor. Bu yaz milli takım orada kampa girecek ve Ale, “Senin formanın altında antrenman yapacağız. Her gün yanımdasın” diyor. Bu bile beni çok mutlu ediyor. Jübileler normalde maç olur ama istemedim. “Sadece o salonda kazandığım bütün kupalar yanımda olsun. Ve formamı asarsanız çok mutlu olurum” demiştim. Zaten biliyordum asılacağını çünkü çok istiyordum. 2 numarayı başka birinde görme fikri çok üzerdi beni yoksa. Mavi hariç tabii ki. (Gülerek) Mavi de giyemez. Niye giysin? Kendi numarasını seçsin.
Biraz da bu salonun öncesinden bahsedelim. Emek kokan o küçücük salondan…
Geçen sene bir dergiye verdiğimiz röportajda, “Vakıfbank son zamanlarda kazandığı tüm kupaları donanımlı bir salonda kazandı’’ demişti eşim. Ama 2011 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu voleybol sahası büyüklüğünde bir salonda hazırlanarak kazandık. Fitness salonu bile yok yani. O sezon takımdaki kime sorsanız bu turnuvanın çok özel olduğunu söyler. Çünkü yokluktan varlık yarattık. Küçücük bir salon ve vurduğun toptan öyle bir ses çıkıyor ki… İnsan kendini tabiri caizse hayvanımsı bir güçte hissediyor. Özge de ben de voleybolu asıl orada öğrendik, bizim için çok özeldir orası. Ah ah dili olsa da konuşsa o salon!
Giovanni sizin için “Gözde ilham veren güçlü bir karakter. Takım arkadaşlarını başarmaya ikna eden ve zoru seven bir karakter” demişti. Antrenörün sporcuları motive ettiğini biliyoruz. Ama siz de staffı motive ediyordunuz ve sahadaki performansınız ve hırsınız diğer sporcuları ateşleyen itici bir kuvvetti.
Bence karakter olarak da öyle doğdum. Kızım 2 yaşında ve lider ruhlu olduğunu çok rahat görebiliyorum. Eminim biz de çocukken Özge ile öyleydik. Ben kaptanlığı hiçbir zaman bir görev olarak görmedim. Çünkü lider olunca zaten kaptan oluyorsun. İnsanlar bir şekilde seni takip ediyor. Giovanni’nin en iyi olmasını sağlayan şey, oyuncuları motive edebilme özelliği. İsterse sinirlendirerek isterse de sakince konuşarak. Mesela beni sinirlendirerek motive edebileceğini çok iyi bilen bir antrenör. Ben de onu motive etmek için, “Biz senin sayende voleybolcu olduk ama sen de bizim sayemizde antrenör oldun” diyorum. Her zaman da kabul eder bunu. Biz hep beraber büyüdük. Hâlâ bir şeye karar veremediğinde mesajlaşırız, fikrimi alır. Kısacası o bizi motive etti, biz staffı motive ettik. Aslında bu sadece benimle alakalı değil kurulan Vakıfbank ruhuyla alakalı.
O zaman Vakıfbank o dönemde iki antrenörle çalışıyordu diyebilir miyiz?
Tabii ki yani Giovanni saha içinde olmuyordu ki… Antrenman gibi değil sonuçta. Giovanni orkestra şefiyse ben de yardımcısıydım. Çok ortak yönümüz var bizim. Mesela insanın halinden anlamamızdan bahsedebiliriz. Eğer bir oyuncunun üstüne çok gidiyorsa ve ben de anlamışsam onu uyarırım. Ya da aynı şeyi o benim için yapar. Takım arkadaşımızın morali bozuk olduğunda bu işi çözmek ister, beraber hallederiz. (Gülerek) Şimdi bensiz neler yapıyor, bilmiyorum.
Kariyeriniz boyunca Gözde Kırdar’ı Gözde Kırdar yapan en büyük etken Giovanni Guidetti’dir diyebilir miyiz peki?
Biraz milli takımdan da bahsedelim istiyorum. İlk ve tek olimpiyat serüveninizdi 2012 Londra. Derece ile bitmemiş olsa bile çok büyük bir tecrübe katmıştır diye düşünüyorum.
Bu yaz Olimpiyat Oyunları var bildiğiniz üzere. Grubumuzda Çin, Amerika, İtalya, Rusya ve Arjantin var. Cidden zor bir grup. Siz ne düşünüyorsunuz?
Çok güzel enerjisi olan ve birbirine güvenen bir takımımız var. Bir de başlarında Giovanni gibi bir sihirli değnek var sonuçta. Elbette söylediğin takımlar kolay rakipler değiller ama onlar da bir Avrupa Şampiyonası’nda ya da VNL’deki gibi oynamayacaklar. Çok daha fazlasını oynayacaklar. Ama biz de maksimum performansımızı sergiledik mi? Evet, sergiledik Avrupa Şampiyonası’nda. Fakat olimpiyat ruhu çok farklı. Orada Eda ve Naz iki tecrübeli, olimpiyat yaşamış oyuncular olacak. Bizim başımızda kimse yoktu, olimpiyatın sihri ile kafamız dağınıktı. Ama Eda ve Naz kızları her zaman yönlendirecektir diye düşünüyorum.
Olimpiyatların tekrar iptal edilmesi gündemde. Şayet iptal edilmezse bahsettiğiniz o olimpiyat sihri yine de olur mu?
Aslında ben olimpiyatların olimpiyat gibi olacağını düşünmüyorum. Maskeyle, seyircisiz, yemek salonları ayrı, her gün covid testleri vs… Eski olimpiyat sihri olmaz elbette. Ama mantıklı düşünüldüğünde Avrupa, Çin, Amerika vs. aşısını oldu diyelim. Afrika’nın bilinmeyen bir yerinden de sporcu geliyor sonuçta. Bunun önlemini nasıl alacaklar? Olimpiyat evlerinin olduğu köyde 1 kişi covid çıksa yayılma hızını düşünmek bile istemiyorum. Bunu nasıl önleyecekler? Gerçi Japonlardan bahsediyoruz yine bir teknolojisini bulurlar elbette! Ama olimpiyatların şu dönemde olması çok çok zor benim için. Ben hâlâ olmayacak gözüyle bakıyorum.
FIVB Roster100’e seçilmemiş olmanız sosyal medyada çok konuşuldu. Çoğu voleybolsever sizi beklemiş olacak ki FIVB’yi çok eleştirdi. Siz bunun hakkında neler söylersiniz?
Ben böyle şeylere hiç takılmam. Hayatta en son takılacağım şeydir seçimler. Sonuçta son on yılın en iyi yüz oyuncusunu seçiyorlar. Ve on yılda benim gibi seçilmeyen kaç sporcu vardır kim bilir? Zaten FIVB beni sevmez bilen bilir! O yüzden takılmadım hiç.
Günümüz Vakıfbank’ına dönelim. Covid ile başı dertte bu aralar. 1 Mayıs’taki büyük final için şansımızı siz nasıl görüyorsunuz? Rakipte de dahil olmak üzere birçok oyuncunun performansı düşüşte.
Biraz da en sevdiğiniz konudan konuşalım, Mavi’den. Eğer bir gün voleybola başlamak isterse veyahut “Ben annem gibi bir sporcu olacağım” derse tepkiniz ne olur? Bu zor mantaliteyi kaldırabileceğini düşünüyor musunuz?
Hangi branşta başarılı olsun istersiniz peki?
Ben Mavi’nin tenisçi olmasını çok isterim. (Gülerek) O Wimbledon’a gideyim, şapkamı takayım, localarda oturayım. Çünkü çok yetenekli. Gerçi kızım diye söylemiyorum her konuda yetenekli.
Takımdakilerle irtibatınız nasıl? Yaşadığınız atmosfere, maçlara vs. özlem duymuyor musunuz?
Gerçekten hiç özlemedim. Geçenlerde Giovanni ile de konuştuk. Ona da söyledim. Özlediğim tek şey maçlardan sonra yaptığımız partiler. O da voleybola dahil değil. Sağ olsun Giovanni çok ısrar etti menajer olmam için ama düşünmüyorum. (Gülerek) Eşimin stresi bana yetiyor.
İleriki zamanlarda peki? Antrenörlük, yöneticilik veyahut menajerlik…
Yapacağım en son işler onlar. Belki 6-7 sene sonra olurum. O da çocuklar okula başladığı zaman. (Gülerek) Evde tek başıma sıkıntıdan ne yapacağım başka?