80’ler, 90’lar, 2000’ler ve günümüz… Kırk yıldan fazla Türk sporuna yön vermiş hatta Türk voleybolunun gidişatını değiştirmiş, onu baştan yaratmış bir isim… Ahmet Gülüm!
Sporcu olmak ya da sporun içerisinde bir görevde bulunmak birbirinden çok farklı. Fakat, spor insanı olmak bambaşka bir kavram. Eski milli voleybolcu, Türkiye Voleybol Federasyonu Eski Başkanı ve Türkiye’nin ilk ve tek spor odaklı pazarlama iletişimi ajansı Sportsnet’in kurucusu. Bunun gibi daha nice unvanlar…
Ahmet Gülüm, 80’lerden günümüze kadar olan sporu ve voleybolu dergimiz Victory için anlattı.
“Dünyayı Anlamak Yetmez, Onu Değiştirmek De Gerekir” – Karl Marx
Jenerasyon
1980 -1990 arası bütün popülariteyi yaşamış ve sonuna kadar hissetmiş bir sporcu olarak benim için önemli ve kritik bir dönemdi. 1971 yılında, 10 yaşımdayken Beşiktaş’ta voleybola başladım. O zamanlar yıldız ve genç takım oyuncularına Türkiye Karmaları Turnuvası yapılırdı. İstanbul Karması, Ankara Karması, İzmir Karması ve diğer karmalar. Benim jenerasyonum asıl bu bahsettiğim turnuvada birbiriyle tanıştı. Yalnız bu jenerasyon çok kritik bir jenerasyondur. 1970’lerde voleybola başlamış ‘‘60 Kuşağı’’ diyelim. Bu kuşak Türk voleybolu adına çok önemlidir. Bizim öncemizde ’50’lerin jenerasyonu vardı. Bizim için ulaşılmaz hedefti. Semih Oktay’ların olduğu çok parlak ve çok popüler bir dönemdi özellikle erkek voleybolu adına. Türkiye’de zaten o zamanlar 3 tane branş vardı. Futbol, erkek basketbol ve erkek voleybol. Kadın voleybol ise daha geriden geliyordu.
Tuzluk, Biberlik ve Kürdanlık
Bizim hikayemiz ise 1974 yılında başladı. Ve benim de içinde bulunduğum, Paidar Demir, Metin Görgün, Dünya Baltacıoğlu, Kenan Bengü ve Selim Öztreves gibi isimler yavaş yavaş Türk voleybolunun içerisinde gözükür oldular. Ve 80’lere bu şekilde bir giriş yaptık. Bu dönemde voleybol çok popülerdi. 1983’te Galatasaray’a transferim gerçekleşti. 1984’te takım kaptanı oldum. O zamanlar çok çekişmeli bir voleybol oynanıyor ve Eczacıbaşı, Türk voleybolunu domine ediyordu. 1986 yılına geldiğimizde Eczacıbaşı tam 9 kez şampiyon olmuştu. Ve 10’uncu şampiyonluğu için oynayacaktı. Bizde o dönem çok güçlü bir takım oluşturmuştuk. Rahmetli Paidar Demir ile birlikte oynuyorduk. Takımda ayrılmaz üçlümüz vardır. Tuzluk, biberlik ve kürdanlık derlerdi. Paidar, Metin ve ben. Böyle demelerinin sebebi de ben takım kaptanıydım, Paidar ikinci kaptan, Metin ise üçüncü kaptan. Biz yıllarca bu takımın içerisinde bulunduk. Diğer oyuncular ise sonrasında transfer olup gittiler.
Şampiyon Olan İlk Kulüp Takımı
Sönmez Filament’e ile oynamak için Bursa’ya maça gittik. Tribünlerde altı bin kişi vardı. Dışarıda ise üç bin kişi bekliyordu. Bir başka karşılaşma için Adana’ya gittik. Beş bin kişi salonda, üç bin kişiyse dışarıdaydı. Böyle bir voleybol oynadık biz, böyle bir dönem geçirdik. Ve 1987’de Türkiye’de voleybolun popülaritesini bizler bir kademe daha yukarı çıkarttık. Çünkü Galatasaray olarak şampiyon olduk ve bunu başaran tek kulüp takımıydık. Eczacıbaşı’nın arka arkaya 9 yıllık şampiyonluğuna son verdik.
Daha sonra 1988 ve 1989 yıllarını da şampiyon tamamladık. Burada, 1987 yılını biraz açmak istiyorum. Çünkü, Galatasaray ile Türkiye şampiyonu oldum. Ardından Ordu milli takımına katılıp dünya şampiyonu oldum. Ve Dünya Şampiyonası’nın ‘‘En İyi Pasörü’’ seçildim. O zaman tek kanal TRT vardı. Kupayı kaldırırken kamera yüzümü yakınlaştırmış ve tamamen beni çekmişti. Bir ay sokaklarda yürüyemedim. Daha sonra Üniversite Olimpiyatları’na gittim. Orada da bayrak taşıdım. Kısacası 1987 muazzam bir yıldı benim için.
Çöküş
90’lar ise tüm Türkiye’nin değişime girdiği bir dönemdi. Çünkü Türkiye’de kültürel ve yapısal değişim bu yıllarda başladı. Açıklamak gerekirse; Özel televizyonlar yayın hayatına başladı. Bu düşündüğünüz kadar basit bir durum değil. Bu bütün spor branşlarını allak bullak etti. İnsanlar konuşamadığı, dilini bilmediği sporlardan pek hoşlanmazdı o zamanlar. Çoğunlukla futbola odaklandılar ve bir buçuk yıl içerisinde voleybol ile basketbol kelimenin tam anlamıyla bir çöküş yaşadı. 1991 sezonunda bir Türkiye Kupası finali oynuyorum ve tribündeki bir kişinin uyukladığını gördüm. Düşünün, büyük bir popülariteden çöken bir voleyboldan bahsediyorum. Çünkü televizyonlar voleybolu yayınlamayı bıraktı. Özel televizyonlar tamamen futbola odaklandı. 1992’de ise ben voleybolu bırakmaya karar verdim. 31 yaşında, en üst seviyedeyken ve milli takım kaptanıyken bırakmak istediğimi söyledim. Kimse inanamadı. ’90-91 sezonunda milli takımı bıraktım. Ardından, ’92-93 sezonunda voleybolu bıraktım. Ben voleybolun en popüler döneminde oynamış biri olarak 90’larda oynamak bana göre değildi.
Voleybol, Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en büyük kadın hareketidir.
’60 Kuşağı
“60 Kuşağı”, voleybolu çökme noktasından aldı ve bugünlere getirdi. Bu stratejik ve çok önemli bir konudur. Bunun altında müthiş durumlar var. Biz, sosyal sorumluluğun bilincinde olan bir kuşaktık. Şöyle ifade etmem gerekirse; şirketimizin 20’nci yılı ve içinde Dünya, Metin, Arzu, Filiz hepimiz varız. Ve zamanında dedik ki: “Hepimiz voleybolu değiştirdik. Ama voleybol bizim için çok büyük bir alan değil, kısıtlı bir alan. Bizde böyle bir güç ve özgüven var. Başka branşlara da dokunalım.” Ve sonunda şirketimiz olan Sportsnet’i kurduk. Bu şirket, Türkiye’de basketbolun ve tenisin kaderini değiştirdi. Futbol dahil olmak üzere birçok branşa çok önemli dokunuşları oldu. Bu yüzden bu kuşak çok önemlidir.
“Televizyon Bir İş Ortağıdır”
Tarihi değişikliklerinden bir tanesi Erol Ünal Karabıyık döneminde oldu. Onun döneminde çok önemli işler yapılırken, birlikte de çok işler yaptık. Türkiye’de televizyonlarda bir tek futbol ligleri yayınlanıyordu. Başka bir spor yayını yoktu. 2006 yılına kadar da bu böyle devam etti. Futbol yayınları da Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve biraz da Trabzonspor’du. Onun dışındakileri de maçlara gidip tek bir kamerayla bir buçuk veya iki dakikalık görüntüler çekiyorlardı. Böyle bir dünya hayal edebiliyor musunuz? 1996 yılında Doğan Grubu ortaklığıyla Türkiye’nin ilk spor kanalı olan D-Spor’u kurdum. İlk yaptığım iş ise Erol Ünal Karabıyık ile birlikte gidip kadın ve erkek voleybolunun yayıncısı olmak oldu. Ve, ilk defa Türk voleyboluna bir sponsor getirdim: Aroma.
Bunlar çok önemli aşamalar. Bir televizyon yayınının bir branşı nasıl değiştireceğini, nasıl dönüştüreceğini bilfiil yaşadım ve yaşattım. Basketboldaki değişim de Beko’nun Türkiye Basketbol Ligi’ne isim sponsorluğu ile başladı. Mesela şu an hentbol sorunlu bir branştır. Türkiye Hentbol Federasyon Başkanı değişti. Yeni başkana yardımcı olmaya çalışmamız lazım. Sonuçta hiç bir yayını yok. Doğru düzgün yer alamıyorlar. Bu düzende bu spor gelişemez. Bir spor branşının hiçbir zaman yayıncısı değildir televizyon. Televizyon bir iş ortağıdır. Bir yayın varsa onu alıp kamuyla paylaştıracak olan televizyondur. Yani, onun iş ortağıdır. Birlikte düşünüp, birlikte planlamaları lazım. Örneğin; bugün basketbolun yaşadığı problem. Doğru bir planlama yapılamadığı için şu anda bu noktada. İnsanlara Avrupa basketbolu denildiğinde kimsenin aklına ilk Türkiye Ligi gelmez. Çünkü seyredemiyorlar. Genellikle Euroleague gelir. Euroleague, gelip oraya yerleşmiştir. Yani bunlar çok özel stratejilerle hazırlanması gereken planlamalar. O yüzden bunların çok dikkatle ve özenle ele alınıp gerçekleştirilmesi lazım.
Vizyon
Burada Mehmet Ali Aydınlar’a hakkını teslim etmek gerek. Çünkü, Aydınlar kadın voleybolunun vizyonunu genişletti. Ligimize dünyanın en iyi oyuncularını getirdi. Ve, Fenerbahçe dünya şampiyonu oldu. Bu şampiyonluk voleybolun popülerliğini çok daha yukarılara taşıdı. Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda gerçekleştirilen basın toplantısında Ali Koç’un altını çizdiği konu çok doğrudur.
Fenerbahçe bu ülkeye Ekaterina Gamova’yı getirdi. Ve bundan sonra bir rekabet oluştu. Ardından Eczacıbaşı ve Vakıfbank dünyanın en iyi oyuncularını Türkiye’ye transfer etti. Bu durum Fenerbahçe ve Mehmet Ali Aydınlar’ın vizyonudur.
Voleybol Kültürü
Kadınlarda, Dünya’nın en iyi voleybol ligi Türkiye’dir. İtalya ikinci sırada gelir. Erkeklerde ise en iyi lig İtalya’ya aittir. İtalya, erkek voleybolunun NBA’idir. Fakat, voleybol Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin en büyük kadın hareketidir. Ve, bu böyle birdenbire olan bir şey değildir. Bu işi, sosyal katmanların içinde yer almasını sağlayacak ve bunu buraya taşıyacak birisi olması lazımdır. Türk kadın voleybolu bu kişiye sahipti ve bu noktalara geldi. Rahmetli Cengiz Göllü, altmış yıl önce tek tek okullara gidip kızları alıp bir voleybol kültürü oluşturmuştur. Bu yadsınamaz bir gerçek. Böyle olduktan sonra arkasından gelen bütün federasyon başkanları bu sistemi devam ettirdi. Voleybolu bugün konuşuyoruz ama kadın voleybolunun çıkışı ise tam olarak 2003 Avrupa Voleybol Şampiyonası’dır. Çok köklü bir hikayesi var, o hikayeyi doğru anlamak gerekir. Kısaca 2003 yılında başlar Filenin Sultanları‘nın hikayesi. Yani, 18 yıllık büyük bir başarı hikayesidir bu. Dolayısıyla geçmişin çok iyi anlaşılması lazım.
O gün müdahale etmeseydik şu an voleybol, hentbol gibi olurdu.
Pazarlama Başarısı
Bu benim profesyonel işim olduğu için o işin nasıl pazarlanması, nasıl ele alınması gerektiğiyle ilgili onlarca farklı rasyonel bilgi söyleyebilirim. Ama burada doğru olmaz. Fakat dönüp baktığımda bir branşın ülkede yetişebilmesi için spor pazarlamasında maksimum katkı alması, o branşın televizyon ekranlarında yapılan reklam ve iletişim çalışmalarıyla geçerlidir. Son 4-5 yıla baktığımızda televizyonda en çok reklamı yapılan branşlardan biri voleyboldur. Dolayısıyla, burada pazarlama açısından bir başarı vardır. Ne kadar çok kadın voleyboluna ait unsur ve kadın voleybolu televizyona reklam aracı olarak çıkarsa voleybol o kadar gelişecektir. Bu anlamda başarılı veya başarısız demek doğru olmaz.
Plaj Voleybolu
Voleybolu bıraktıktan sonraki dönemde voleybolun neden bu noktaya geldiğini araştırmaya başladım. Federasyonla yapılan görüşme sonucunda bir alternatif olacağını düşünerek Türkiye’ye plaj voleybolunu getirdim. 1993, 1994 ve 1995 yıllarında plaj voleybolunu Türkiye’de salon voleybolundan daha popüler bir hale getirdik. Çünkü özel kanallarla anlaşarak plaj voleybolu yayınlarını gerçekleştirdik. Ve bir anda plaj voleybolu ülkede popülerleşerek salon voleybolunu solladı. Sıfır devlet desteğiyle milyon dolarlık bir endüstri haline geldi.
Tepki
Kendi açımdan yüksek, popüler bir egosu olan bir sporcuydum. Yani sporcuların hakları ile ilgili sadece voleybol değil tüm Türkiye’de transfer yasasında sorunlar vardı. Bende gidip Ankara’da Gençlik Spor Genel Müdürlüğü ile uğraşarak, avukat tutup yasayı değiştirtmiştim. Öyle bir özgüvenim vardı. Yani inanarak ve özgüvenle girdim bu işe. Çünkü doğru olan pazarlama ve iletişimdi. Ben orada bir disiplin uygulayarak başarıya ulaşacağıma inandığım için hiçbir endişem olmadan bu işe girdim. Ve dedim ki; bu işin kurtuluşu televizyon! Çünkü hiçbir voleybol maçı yayınlanmıyordu. Hayal edebiliyor musunuz? Yok oluyorsun, ortadan kayboluyorsun resmen. O zaman Eczacıbaşı’nın kadın takımı bir şampiyonluk elde ediyor ve gazetede küçücük bir haber: ‘‘ Eczacıbaşı Voleybol Şampiyonu Oldu!” Ben aslında bunu tepki olarak yapıyordum. Çünkü bu spor benim sporumdu ve böyle olmamalıydı.
1996
Hayatımdaki kırılma noktalarından bir tanesidir ’96 senesi. Voleybol camiası, yaptığım işlerden ötürü beni Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanlığı’na aday göstermek için çalışmalara başladı. Bende o dönem voleybolu değiştirebileceğime ikna oldum. Çünkü o gün biz müdahale etmeseydik şu an voleybol, hentbol gibi olurdu. Bunu bütün yüreğimle inanarak söylüyorum. Çünkü hentbol benim zamanımda çok popülerdi. Ama kötü yönetildiği ve doğru iletişim çalışmalarıyla bir şekilde yerini almadığı için şu an bu noktaya geldi. İnanıyorum, voleybolda aynı olurdu. Ve, bir fark oyla başkanlığa seçildim. Müthiş bir ekiptik. Bütün yönetim kurulu arkadaşlarım voleybolcuydu. Ve dört yıl içinde sekiz yıllık iş yaptık.
Çok basit dört tane temel rakam vardı ben başkanlığa girerken. O zamanlar voleybolun 13 milyon dolar toplam endüstrisi vardı ve 26 bin lisanslı sporcuya sahipti. Ancak bir tane bile televizyon yayını yoktu. Sonuncu olarak dünyada erkekler 36, kadınlar ise 32’nci sıradaydı. Bu dört yıl içinde bu dört rakamı radikal bir şekilde değiştirmek inancıyla yola çıktık. Federasyon başkanı olduğum dönemde Eczacıbaşı, kulübü kapatma kararı almıştı.
Çok sevdiğim değerli Bülent Eczacıbaşı’nı arayarak bir randevu aldım Deniz Dosdoğru ile birlikte. Ve kendisine: ‘‘Bu bana bir tavır mı? Ben başkan seçiliyorum ve siz kulübü kapatıyorsunuz.’’ Sayın Eczacıbaşı’nın cevabı ise: ‘‘Hayır, ben hiç böyle düşünmedim. İnan yaptığımız yatırımların hiç bir karşılığı yok. Bir tane maç yayını yok, gazetelerde küçücük bir yazı ile yer alıyoruz. Ben daha ne yapayım?’’, ‘‘Katılıyorum, bende bu yüzden başkan adayı oldum. Ama bana iki sene şans vermeniz lazım.’’ dedim. Kendisi de kabul etti. İkinci senemde Bursa’da Eczacıbaşı, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı kazandı. Tribünlerde yaklaşık altı, yedi bin kişi vardı. Bülent Eczacıbaşı arkamda oturuyordu ve kendisine dönüp dedim ki: ‘‘Başkan, sana soyadını bu kadar bağırtacak başka ne var?’’
Dört yılın sonunda bahsettiğim rakamlarla voleybol endüstrisi yüz milyon dolara, lisanslı voleybolcu sayısı ise 49 bine çıktı. Ve her yıl 156 tane televizyon yayını yapılmaya başlandı. Dünya sıralamasında erkekler 19’uncu, kadınlar ise 16’ncı sıraya yükseldi. Sonunda, ‘‘Ben koyduğum tüm hedeflerimi başardım. Hadi bana eyvallah’’ dedim ve voleybolu da federasyonla birlikte bırakmaya karar verdim.
Değişim
Bu noktada iki tane konudan bahsetmek istiyorum. Kurumsal bir yapının oluşturulması ve onun nasıl devam edeceğiyle alakalı çok iyi bir örnek olacaktır. Benim oynadığım dönemde ve başkan olduğum dönemde oynayan oyuncular ve antrenörler sigortalı değildi. Yani hiçbir şeyin düzeni ve disiplini yoktu. İlk iki yılımda bunları düzeltmekle uğraştım. Ve camia o dönem bana savaş açtı. Herkese ‘‘Sigortasız oyuncu ve çalışan kalmayacak. Bütün paralar net bir şekilde ortaya konulacak. Yabancı oyuncu getirebilirsiniz ancak oyuncunun kalitesine göre para ödenecek’’ dedim. Şöyle izah edeyim; Bir oyuncu getiriyorsun ve takımında oynuyor. Ama Dünya Şampiyonası veya Avrupa Şampiyonası’nda yer almamış. Ve bu oyuncu için yüz bin dolar para vereceksin. Getirmeyin. Ama oyuncu, Avrupa Şampiyonası’nda oynadıysa kırk bin dolar, ilk altıya girdiyse otuz bin dolar, ilk üçe girdiyse on bin dolar. Yani kaliteli oyuncu gelmesini besleyecek yeni modeller ortaya koydum. Ve bu transfer yasası halen daha bütünüyle devam etmekte. İkinci örnek ise; Başkan olduğumda tüm dünyada voleybol kötüye gidiyordu. Nedeni televizyon yayınının olmamasıydı. Onun da nedeni, 15 sayı stratejisi. Sayı alabilmek için servisi attığında topu kesmen gerekiyor. Veya, topu çevirip vurman gerekiyor. Mesela ben kanallarla anlaşıp para veriyordum yayınlar için. Ziraat Bankası ile Halkbank maçı oluyordu. Maç 3,5 saat sürüyordu. Televizyonun yöneticileri beni arıyorlardı ve isyan ediyorlardı. Yayını keseceklerini söylüyorlardı. Böyle şeyler de yaşadık.
O dönem ben, Avrupa Voleybol Konfederasyonu Pazarlama Komisyonu ile sayı sisteminin değişmesiyle ilgili çok ciddi bir çalışma başlattık. Teknik ekip bir araya geldi ve en sonunda bu sistemi kurduk. Yani 25 sayı sistemini. Benim, 25 sayı sistemiyle alakalı başka bir önerim daha vardı. Topun hafifleştirilmesiyle ilgili ama onu teknik komisyon kabul etmedi. Ve, 1998 yılında tüm dünyada ilk defa bu sayı sistemini uygulayan ülke Türkiye oldu.
Özetle, 80’ler jenerasyonunu voleybolun içerisinde ayrı bir yere koyuyorum. Yani hiçbir jenerasyon o döneme kadar voleybolun bu kadar genel sorunlarına müdahale etme gücünü kendinde bulup onu değiştirme konusunda çaba sarf etmedi. Bu yüzden bende yeri ayrıdır.
Radikal Karar
Ben hayatım boyunca hep radikal şeyler yaptım. Yani oyunculuk dönemimde de radikal bir voleybol oynuyordum. Bu boyla smaçör pozisyonunda oynadım birkaç sene. Galatasaray’da üç şampiyonluk yaşadım, son kupa bende. Benden sonra Galatasaray şampiyon olamadı.
Voleybola yaptığım hizmetin yeterli olduğunu düşünüp bütün branşlara hizmet etmek istedim. Ve böyle bir kurum kurdum. Arkasından Türkiye’nin alternatif branşlarına hizmet eden, yatırım yapan ilk kanalı Sports Tv’yi kurdum. Ben bir spor insanıyım. Voleybol bunlardan sadece bir tanesi. Yani altmış tane branş ve hepsi de benim için önemli. Geçtiğimiz günlerde bütün vizyon ve stratejisini oluşturduğumuz, kurum olarak müthiş heyecan duyduğumuz lansmanını İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı İstanbul 2036 Olimpiyat irade beyanını gerçekleştirdik. Benim tüm hayalim sporun Türkiye’de gelişmesi ve insanların hayatlarına spor katmasıdır. Ve bunda çok önemli gelişmeler de var. Pandemi bunu anormal destekledi. İnsanlar evde otururken spor yapma ihtiyacını çok daha iyi anladılar. Bununla ilgili elimizde muazzam rakamlar mevcut. Burada her branşa ne kadar katkım olacak, ona bakıyorum. Ve bugüne kadar sekiz yüz milyon doların üzerinde bir kaynak yarattık ülke sporuna. Ve bu yönde de çalışmalarımız devam edecek.
Röportaja hazırlanırken bizler ile fotoğraf arşivini paylaşan Sayın Ahmet Gülüm ve Arzu Savaş’a çok teşekkür ederiz.